I
Bir
topluma, etnik kimlik adı üzerinden "üst kimlik" ya da
"ulus", her neyse, adı konulması o günün koşullarında doğrudur ya da
değildir, bunu bilemem; ama bugün kavram kargaşası yaratmakta ve sorun
çıkarmakta olduğu da yadsınamaz!.. Bir etnik kimliğin öteki(ler)i kültürel
baskı altına almasına neden olmakta, sınıfsal emperyalizmin sorun çıkarmak için
oyununu oynayacağı uygun ortam oluşturmaktadır. Kürt sorunu da, iki tümceyle
tanımlanmak gerekirse, bundan başka bir şey de değildir!.. Aşılması gereken sorun
budur!..
Bana göre
"Türkiyelilik" kavramına sığınmak da yeterli değildir. Yarın öbür gün
bu kavram da, sınıfsal emperyalizmin, istediğinde aynı sorunu yeniden
canlandırmasını sağlama potansiyeli taşımaktadır.
Bundan
sonra ulusal kimlikler üzerinden, "ortak vatan" düşüncesi için de,
artık "geçmiş olsun" demek gerektiği kanısındayım!..
Diyalektik akış üzerinde bir sonraki aşamanın ancak çözüm
getireceğini düşünüyorum. Feodal "ümmet kültürü"ne karşı savaşımda
"ilerici/solcu" konumda olduğunu yadsıyamayacağımız "ulus/millet
bilinci"nin, ulusların birbirine düştüğü aşamada artık
"gerici/sağcı" konuma düşmüş olması gerçeğini artık anlamak
durumundayız!.. Bu aşamada Kürtlerin yarım kalmış uluslaşmasını tamamlama
savaşımını da ilerici bir savaşım olarak nitelemek olanaksızdır! Dolayısıyla
"sol"un Kürt savaşımının, "ezilen" nitelemesiyle bile olsa,
desteklemesi kuramsal bakımdan anlaşılır değildir!..
Günümüzün
savaşımı, Emperyalizm'in de artık dönüştüğü açıkça görülebildiği gibi, uluslar
arasında değil, sermaye ile emek arasındadır. Bütün sosyal sorunların çözümünü
de bu zıtlığın çözümünde aramak, zorunludur!.. Bu nedenle de, bütün
ilerici/solcu yapıların ortak niteliği olan, "çözümün gelecekten alınarak
uygulanması" zorunluğu vardır!.. Toplumlar, sorunlarını ancak böyle aşar,
ilerler, böyle gelişir!..
Bu
aşamada soldan beklenen, politik ve kültürel sınırların sosyal sınıflar
arasından çizilmesi ve emeğin dayanışmacı kültürünün geliştirilmesi
çabasıdır!.. Yani bugünkü "kurulu düzen"in karşımıza çıkardığı (sermaye
egemenliğindeki dünyada bile temeli kalmamış ve yalnızca sermaye
politikalarının, arkasına saklanmasından başka işe yaramayan) uluslar
-dolayısıyla Türk-Kürt- arasındaki zıtlığın giderilmesi, devrimci
politikalarla aşılması, hep birlikte sermayeye karşı, emeğin dayanışmacı
kültürünün ve savaşım politikalarının geliştirilmesi ve uygulanması ile
olanaklıdır!..
Ulusal
zıtlıklar, ancak bu aşamaya geçilmesi ile aşılabilir!.. Bu da komünistlerin
görevidir!..
II
Ulus-Devlet'lerin
devlet politikaları, o devlette yaşayıp, kendilerini aynı ulustan sayamayanlar
için asimilasyon değil, entegrasyon biçiminde olmuştur. Dahası kimi devletler,
birden fazla ulusun varlığını ve kültürünü bile kabul etmişlerdir. Benim
bildiğim, Belçika'da iki, İsviçre'de üç, Çekoslovakya'da iki ulus uzun yıllar
bir arada yaşamaya başlamışlardır. ABD'deki ulusların sayısını bilmek bile
kolay değil.
Başarılı
olanlar gibi, olmayanlar da olmuştur. Ulus-Devlet'ler döneminde, Çekoslavakya
ikiye ayrılmış, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya dağılmış, İngilizlerle
İrlandalılar arasında sorunlar sürüyor, İspanyollarla Bask'lar arasında
sorunlar sürüyor... Dikkat edilirse ayrılıklar "doyurulmamış ulusal
kültürler" arasında oluşuyor!.. Bir gün bastırılsa bile ertesi gün yeniden
patlak veriyor!.. Bulgaristan’daki Türk’lerin adlarının değiştirildiği dönemi
anımsarsak bu da doğal bir oluşumdur!..
Burjuva
sınıfı egemenliğinde, zaten var olan toplumsal bilinç, ulus bilincidir!. Ama
bunun burjuva kültürü olduğunu unutmamalıyız. Feodal dönemin "ümmet
kültürü"nün yerine Burjuva kültürü döneminde geçmiş olan toplumsal bilinç,
“ulus bilinci”dir. Üstelik "ümmet kültürü"den sarkan bir de
"gizli kutsallık" üstlenmiş olarak!..
Bu
demektir ki, Burjuva kültürü ile birlikte de sona erecektir, istesek de istemesek
de...
Dünyanın
bugünkü Burjuva sınıfı egemenliğinde bütün ulusların kendi başlarına yaşama,
kendini yönetme hakkı istemeleri denli doğal bir şey olamaz!.. Buna olanak
verilmediğinde Yugoslavya ile Sovyetler Birliği'nin başına gelenlerin, bu
politikaları uygulayan toplumların (devletlerin) başına gelmesi
kaçınılmazdır!.. Bu tutum, bugün ya da yarın, her geçen gün, parçalanma
potansiyelini kışkırtmaktadır. Ulusları "teb'a" olarak görmek ve
kendi ulusal kültürlerini yaşamalarına direnmek değil, özgür bırakmakla ancak,
geleceğin "insan" dönemine geçilebilir, ulusların arasındaki gerçek
ve duygusal sınırlar, ancak böyle ortadan kaldırılabilir.
Türkiye'de
yaşamakta olan Kürt'lerin, kültürel istekleri olan "dillerini
kullanma"ya, “özgün yer ve insan adlarını kullanabilme”ye, "kendi
dillerinde eğitim görme"ye, "kültürlerini geliştirme"ye içinde
yaşadıkları toplumun "izin vermesi" değil, "olanak
tanıması", olanak tanıyacak bir dizgeyi oluşturması, ayrışmayı getirmez,
tersine, birlikteliği getirir!..
Direnç
ayrışmayı kışkırtanların destekledikleri bir yapıdır ve ancak küresel sermaye
emperyalizminin işine gelmektedir!.. İşsiz ve sanayiin henûz ulaşmadığı
"Kürdistan(!)", onlar için yepyeni ve yakın bir "ucuz işçi
bölgesi" olarak ortaya çıkacaktır. Üstelik Suriye, Irak, İran ve
Türkiye'den koparılarak oluşturulacak olan "Kürdistan"da bir de
Kerkük gibi bir petrol bölgesi de bulunacaktır!..
Bu
aşamada, sorunların çözümlerini "gelecek"te arama özelliği taşıma
potansiyeli taşıyan tek yapı, devrimcilerin, ilericilerin desteklemesi gereken
politik yapı olan “çözümün gelecekte aranması”, gelecekten alınması ve
"insan"lar olarak hep birlikte bir "dayanışma toplumu"
oluşturulması gibi görünüyor. Üstelik bu tutum, Kürt ya da Türk ayırımına
bakılmadan, kendini “devrimci sayan Kürtler ve Kemalistler dahil", bütün
devrimciler için geçerli tek yoldur!..