1 Ekim 2013 Salı

Kuram ne diyor? Biz ne yaptık?!.


Sosyalizmin en yavaş değişen ana düşüncesi, "akış" ilkesi gereği sürekliliğin var olmasıdır. Uygulamada bu ilke, ara dönemlerin de var olduğunu gösterir. Kaldı ki tümdengelimci din toplumlarından (düşünce biçimleri metafizik - düşünerek doğruyu bulma çabası - dır) bilim toplumlarına geşişte insanların, filozofların bile, ikili bir düşünsel yapı içinde olduklarını gösterir. Descartes, Spinoza böyledir. Bir yandan metafiziği matematiğin tümdengelim kurallarına göre bilimselleştirmeye çalışmış, öte yandan tanrının varlığını ispatlamaya çalışmışlardır. Buna karşın onların, bilim toplumlarına geçişte önemli bir basamağı aşan filozoflar olduğunu da yadsıyamayız. Antikapitalist müslümanların "antikapitalist" özelliği gelecek için atılmış önemli adımlardır ve onlarla da dayanışma toplumlarına giden yolda önemli adımlar atılabilir ve atılmalıdır. Bu, sosyalistlerin sosyalistliğinden bir şey yitirmesi anlamına gelmez. Düşüncelerinin dinsel temelleri, çocuklarında, zaten gereği kalmamış olduğu için, kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Nitekim bilim toplumlarına (aydınlanma) geçişte de buna benzer gelişimler olmuştur. Aydınlanmanın en önemli düşünürlerinden Berkeley'in aynı zamanda bir din adamı, üstelik idealizmin babası -doğru bir değerlendirme değil, idealizm çok daha önceden vardı- olması çağdaş bilim toplumlarına geçilmesini engellememiş, tersine tümevarımcı yaklaşımı doğa bilimlerinin gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Ortaya her çıkan yeni durumda, geri besleme ile, kuramımızın bir kez daha gözden geçirilmesi doğru olur. Yoksa bizim kuramımız da değişmez bir din haline gelme tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Bu nedenle de "akış"ı temel alan kuram "akış"ın dışına düşmüş olur.

Sözcüklerin, şu anda yüklendikleri anlamlar, beynimizdeki karşılıkları olan algılar önemlidir. Böyle olmasa dini kültürlerden gelen bütün kavramları reddetmemiz gerekirdi. Örneğin "yönetilenler" anlamındaki "halk" kavramını reddedebilir miyiz? Oysa bu sözcüğün Arapça kökeni "halîk", yani "yaratılmış olan"lardır ve tanrının yarattıkları anlamına gelmektedir.

Kuramımızda "kutsal" yer almamalıdır!.. "Kutsal" bizim dışımızdan, özellikle de gelenekten gelen ve dokunulması tabu olan değerler demektir. Özellikle de feodal yapıların baskı aracı olarak oluşturduğu "Devlet", Feodalizmin kendi değerlerini dayattığı, yönetilenleri (halîk/halk) kendince "hizaya sokmak" için var ettiği bir araçtır!.. Dinler de bu aracın bir parçasıdır!. "Düşünmeden kabul edilmek zorunda olan" değerler, yani "dogma"lardır. Oysa biz "kendi başına düşünen insan", kendi dışından, kimden olursa olsun, gelen değerleri kendi akıl süzgecinden geçirmeden kabul etmeyen "geleceğin insanı"nı oluşturmaya çalışmıyor muyuz? "İnsan kutsaldır" diye kestirip atmak, tepeden inmeci bir değer oluşturmak yerine, istediğimiz, insanın değerinin, insanların kendi düşünsel dizgeleri içinde doğru yere oturması değil midir? İşte eğitim, eskilerden gelen belli bilgilerin aktarıldığı değil, aklın -bizim düşüncemize aykırı sonuçlara varmasını da göze alarak- özgür çalışması için eğitilmesi demek olmalı değil midir?!. Bu bağlamda "insanın kutsallığı" gibi, bizce "olmazsa olmaz" değerler bile, karşılaşacak insanlar tarafından, kendi akıllarının süzgecinden geçirilerek yeni baştan oluşturulmalı, "kutsal"lıktan uzaklaştırılmalı, özgürleştirilmelidir.

Çok büyük hatalar yaptık!.. Feodalizmin insanları kendince yönetmek için taktığı gem olan "devlet"i, "kamu" sandık!.. "Kutsal"lığını "ümmet"ten almış olan ve "ulus"ları simgeleyen "bayrak"ların üstüne -yalnızca bir simge olarak kalması gereken- "orak-çekiç"i kutsallaştırdık, kendimize "kutsal" bir bayrak oluşturduk!.. Feodalizmin "mülk" kavramının adını değiştirip "vatan" yapan burjuvaziden, bu kavramı alıp "yurt" ve "yurtseverlik" kavramını oluşturduk, yurdumuzun "bütün dünya" olduğunu unuttuk!.. Kuramımızın özünde, savaşın, askerliğin bütünüyle ortadan kaldırılması varken, tuttuk bir sürü askeri yürüyüş marşı oluşturduk, üstelik bir de "kutsal"lık katarak "Enternasyonel"i "marş" kılığına soktuk!..

Dünden kalan değerlerle bugün yaşanan "şu an kültürü", değerleriyle bizi yönlendirdi!.. Değerlendirmelerimizi dünden kalan değerlere göre yaptık, ona göre davrandık, geleceği oluşturmamız gerektiğini unuttuk!.. Yeni bir kültür, yeni bir değerler dizgesi oluşturmamız gerektiğini, bunun halkın (yönetilenlerin) gereksemeleri üzerine kurulması gereğini unuttuk!..

Toplumların Burjuva kültürünü yaşamasına izin vermedik!.. İktidara gelip kendi değerlerimizi topluma, tepeden indirerek kabul ettireceğimizi sandık!.. Oysa burjuvaların iktidarda kalıp feodal değerleri ortadan kaldırmasını beklememiz, muhalefette kalmayı bilmemiz gerekirdi. Onların, sermayenin (diyalektik gereği) kendi iç zıtlıklarından yararlanarak, çürüyen noktaları üzerinden muhalefet yapmayı becermeliydik!.. Muhalefetimizi, doğayı katletmelerinden, insan haklarından, çalışan haklarından, çocuk haklarından, birey özgürlüklerinden vb yola çıkarak oluşturmalı, bu arada kendi yönetim modelimizi, "kamu"muzu oluşturmayı başarmalıydık!.. Oysa biz, doğayı onlardan daha hızlı katletmekte, baskı düzenleri oluşturmakta, yasakları olabildiğince sertleştirip özgürlükleri kısıtlamakta onlarla yarıştık!.. Özgürleşmeyi sağlaması gereken, geleceğin değerlerini oluşturmaya yardımcı olması gereken sanatımızı politikalarımızın propaganda aracı haline getirdik!..

Feodalizmin kul kültüründen sonra, burjuva bireyci kültürünün onu yıkmasına izin vermeden dayanışma kültürümüzü kurabileceğimizi sandık. Toplumsal "akış" kendi mantığıyla, karşı-devrim getirmesi doğaldı... Öyle de oldu, iktidarı elimizle sermayeye teslim etmek zorunda kaldık!.. Bunu da Gorbaçov gibi bir "insansever"in eliyle yapmış olmak, bana göre, kan dökülmesine engel oldu!.. Biz ne yaptık: insanı "kutsal" saymayı unutup, gelip durduğu apaçık görünen bir karşı devrime direnmedi diye, Gorvaçov'u "hain" saydık!.. Oysa bütün karşı-devrimlerde olduğu gibi kanın dereler gibi akması işten değildi!..

İspanya İç Savaşı, Çiçek çocukları, Gezi direnişi... "Akış" yeni değerlerimizi, dayanışmacı kültürümüzü oluşturmalıdır. Biz tepeden kurduğumuz ve "iyi" olduğunu "sandığımız" değerlerin at gözlüğünden kurtulup Burjuva kültürüne karşı, ama onun içinden oluşmakta olan bu yeni ve dayanışmacı kültürel yapıya uyum sağlayarak, Herakleitos Usta'nın "büyük nehir"inin güldür güldür akmakta olduğunun ayırdına vardığımızda "günümüzün doğrusunu" da bulmuş olacağız!.. Külahımızı önümüze koymalı ve bir daha, bir daha düşünmeli, feodalizmden gelen "kutsal genel doğru" yerine her gün yeniden oluşan ve gelişen "günümüzün doğrusu"nu her gün yeniden yakalamak zorunda olduğumuzu anımsamak zorundayız!..

Yapılmış ve geçmiş olan hataların  neler olduğunu anlamamız önemlidir. Onlardan deneyim kazanmak, eskiden sarkma değerlerimizin ayırdına varmak, direnmemek ve yinelememek, yarının doğru temeller üzerine kurulabilmesi açısından, daha da önemlidir!..