30 Eylül 2010 Perşembe

Ha Gayret Sevgili Ahmet Hakan!..

adresindeki yazısı üzerine:


Sevgili Ahmet Hakan,

Başörtüsüne hiç karşı değilim, başörtüsü özgürlüğünü özellikle savunma telaşı içinde olanlara da demek istiyorum ki: "inançları gereği toplumun içinde belki çırılçıplak gezmek istiyenler de vardır (nüdistler öyle midir?), çekilmiş böyle fotoğraflar da görüyorum; ilkece başörtülülerle birlikte onlara da izin vermeyi savunmalı değil miyiz?" merak ediyorum!.. Kaldı ki Osmanlı geleneğinde yaygınlıkla bulunan Kalenderilerin çırılçıplak ya da ona yakın kıyafetler içinde ve bütün kıllarından arınarak dolaştığı bilinmiyor mu? Aynı kıyafetle ortalıkta dolaşmayı isteyecek olanların üzerindeki "mahalle baskısı"nı nasıl kaldıracağız?

En hafifinden Kızılbaş (sözün aslı budur, "Çingene" yerine "Roman"da olduğu gibi, aşağılanma korkusundan "Alevi"ye dönüşmüştür) cemlerinin üstüne "mumsöndü" yaftası yapıştıranların baskısını gözardı edebilirsek tabii...

"Ben dinsizim" diyenleri yakan "Madımak baskını" anlayışını bir yana bıraksak bile, Anadolu'da inançlarımızla iç içe daha ne gelenekler var... Hem de öyle kolaylıkla "batıl" diye bir yana atılabilecek gelenekler değil, önemli oranda kutsal kitaplara değin girmiş gelenekler... Söz gelimi muskanın üçgen biçiminin ve üç sayısının kutsallığının anatanrıçanın üçgen biçimli kutsal üreme organından geldiğini, Kıble sözünün Kibele'den geldiğini; Hacerül Esved ve Kabe kültürünün neredeyse Orta Anadolu'da Pessinus'ta bulunan ve bir göktaşının düştüğü yere yapılan bir Ana Tanrıça tapınağının kültürü ile aynı olduğunu; Hacerül Esved'in yerine konması için kabilelerin tartışması ve Muhammed'in bunu çözmesi hikayesinin aynen Pessinus'daki Magna Mater'in (göktaşı) Romalılar tarafından Roma'ya götürülmesi sırasında, gemiden indirilirken yaşanmış olduğuna ilişkin bir öykünün bulunduğunu, sorunu Romalı bir kadının Muhammed ile aynı biçimde çözdüğünü Anadolu insanına açıktan anlatabilecek, benzerlikleri, koşutlukları gösterebilecek miyiz?

Anadolu'da bir köyde, ana tanrıça -belki de Aphrodite- tapımından kalma, yılda bir gün, köylerinin ortasından bir araba üzerinde köyün genç kızlarından birini çırılçıplak geçiren, bunu dini bir ayin olarak yapan ve bunu son elli yıl içinde yapmakta oldukları etnologlar tarafından bilinen ama "mahalle baskısı" yüzünden bir türlü incelenip kayıtlara geçirilemeyen bir gelenek olduğunu biliyor muyuz? Böyle bir gelenek gerçekten varsa, bu köyde yaşayanların geleneklerini kolaylıkla ve gögüslerini gere gere herkesin gözü önünde yapmalarına olanak sağlayacak bir kültürü yaratabilecek miyiz?

Prof. Mikail Bayram, Mevlana'nın, Türkmenlerin yerini Moğollara verdiği için, baskın yapan Moğollar tarafından alınan ganimetlerin bir bölümünün kendisine verilmesi üzerine, Mevlana için bir açık oturumda söylediği "Moğol ajanı" sözünü artık, hiç bir saldırıya uğramadan, gönül rahatlığıyla her ortamda söyleyebilecek mi? Namık Kemal Zeybek artık televizyon ekranlarında sıra sıra boy gösterip "Ne bilirmiş hoca!.." diye bas bas bağırarak hedef göstermesinden vaz geçebilecek mi?..

Saysam ciltler tutacak bu görüşlere, kültürlere, savunulara, incelemelere karşı çıkışlar, ama bütünüyle, saldırı düzeyinden çekilip "bilimsel tartışma" düzeyine oturtulabilecek mi?

Haydi bütün bunların savaşımını hep birlikte verelim!.. "Özgürlük" kültürünü toplumun kılıcal damarlarına değin yaygınlaştırma savaşımına girişelim...

Ha gayret sevgili Ahmet Hakan!..

Hiç yorum yok: