TEK TANRILI DİNLERİN TARTIŞMALI ÖZGÜNLÜĞÜ[1]
Ömer Tuncer
· Tek tanrılı dinler gerçekten tek tanrılı midir?
· Çok tanrılı dinlerin tanrıları, tek tanrılı dinlerin kutsal varlıklarından çok mu başkadır?
· "Allah" neden "Şeytan”ı yok edip kurtulmaz?
· "Tek Tanrı” düşüncesi, kutsal kitapların tekelinde midir?
· "Cennet-Cehennem" düşüncesi tek tanrılı dinlere gerçekten gökten zembille (vahiy olarak) mi indi?
· Ayça (hilal) neden islâmın simgesidir?
· Nuh Tufanı öyküsünün kaynağı nedir?
· Neden "Meryem Ana"nın özellikleri ile eski Ephesos'ta "Artemis Ana"nın özellikleri bunca birbirine benziyor?
Bunlar ve ilk elde usa gelmeyen bir çok soru daha... "İnanç gözüyle" bakıldığında, yanıt vermek bir yana, soruları sormak cezalandırılmak için yeter de artar bile...
Özgür, bilimci bir bakışla yanıt aramak Ekin(Kültür) Tarihi'nin görevidir. Bilimsel yöntem her zaman doğru yanıtlar bulabilir mi? Belki de hayır. Tarih biliminin hemen her dalında olduğu gibi, bilim adamı, boşlukları kendi yorumuyla kapatmak zorundadır. Bu yorum, bulunabilecek yeni kanıtlarla, değiştirilmeye açıktır. Bilimin, "bilim" olma özelliği de iste buradan gelir. Bilim dogma değildir, değişmeye de gelişmeye de açıktır.
MUSEVİLİK, ÇOK TANRICILIK İLE İÇ İÇE
Acaba, tek tanrılı dinler, kendilerinin bize söylediği gibi, gerçekten kul tarafından yaratılamayacak denli özgün, eşi-benzeri bulunmayan, hiçbir başka ekinle bağı-bağlantısı olmayan ekinsel yapılar mıdır?İlk tek tanrılı din sayılan Musevîliğin "tek tanrı” düşüncesine ulaşmak için M.Ö.6.yy’ı beklemesi gerekmiştir. Musa Peygamber, inananlarına, düpedüz "Yahova'dan başka tanrı yoktur" diye kestirip atamamıştır:
"(...) karşımda başka ilâhların olmayacaktır. Onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin."(Çıkış 10)
Bu sözler, başka tanrıların varlığını yadsımamak, ama onlara bağlanmamak anlamına gelir. Bu özellikteki inançlara din tarihçileri Henatheizm (çok tanrıya inanıp birine tapınma) adını veriyor.
Ancak Musa’nın yaşadığı M.Ö.13.yy’dan 800 yıl geçtikten sonra yaşamış olan İşaya Peygamber'e göredir ki Yahova şunları söyleyebilmektedir:
"(...)Ben, Rab ben değil miyim ve benden başka Allah, hak Allah ve kurtarıcı
yok; benden başkası yoktur."(İşaya 45)
Gerçekte, tek tanrılı dinlerin tanrısını ilk kez ve bugünkü anlamına en uygun olarak tanımlayan, peygamberlerin hiç biri değil, M.Ö.6.yy’da yaşamış bir Batı Anadolu kocası, Kolophon'lu Xenophanes'tir:
"Tek bir Tanrı (...) en ulu,
Ne kılığı benzer insanlara ne düşündüğü...
Hep göz, hep düşünce hep kulaktır
Hep aynı yerde kalır, hiç kıpırdamaz
(...)
Bir düşünüşte sarsar dünyayı”
Ne kılığı benzer insanlara ne düşündüğü...
Hep göz, hep düşünce hep kulaktır
Hep aynı yerde kalır, hiç kıpırdamaz
(...)
Bir düşünüşte sarsar dünyayı”
Musevilik, ilk zamanlarında çok tanrılı dinlerle iç içedir. Onlarla aynı koşullarda doğmuştur. Yahova, bütün öteki tanrılar gibi, bir budunun tanrısıdır. Budunlar karışıp birleştiğinde o da öteki tanrılarla karışıp birleşecek, çok tanrılı dinin tanrılarından biri olacaktır. Nitekim, bu gerçekleşir de...
Yahudiler Filistin'e geldiğinde orada buldukları tanrılara da tapınmaya başlarlar. Musevîliği öteki tanrılardan arındırma görevi, Musa'dan sonraki peygamberlere düşer.
Peki, ya bugün, tek tanrılı dinler gerçekten tek tanrılı midir? Yoksa Tanrı başkanlığında bir yönetici ruhlar topluluğu mu söz konusudur? Eğer böyle ise bunun çok tanrılı dinlerden ayrılığı nedir? Evrenin yöneticileri arasına, adları "tanrı” olmasa da, Şeytan, Melekler, Cinler, Adem, Havva, Peygamberler, azizler, yatırlar da girmiyor mu? Tek tanrılı dinlerin çok tanrılılardan tek ayrılığı bütün bu kalabalığa "tanrılar” demek yerine "ruhlar" demek dışında nedir ki?
ALLAH-ŞEYTAN ÇATIŞMASININ KÖKENİ
Çok tanrılı dinlerde de Allah-Şeytan çatışması Apollon ile Dionysos arasındadır. Kaldı ki Allah, çok tanrılı dinlerin baş tanrısı olan Zeus'un değil, Apollon ekininin evrimleşmesiyle ortaya çıkar.
· Apollon us(akıl) tanrıdır. Allah da öyle.
· Apollon gün tanrıdır, ışıktır Allah da öyle, nurdur, aydınlıktır...
· Apollon, bilici tanrıdır, geleceği bilendir. Allah da öyle...
· Dionysos, coşku ve ölçüsüzlük tanrısıdır. Şeytan da öyle...
· Dionysos ustan uzaklaştırıcıdır. Şeytan da öyle...
· Dionysos, şiirin, müziğin, tiyatronun ve bütün sanatların tanrısıdır.
Usçu bilgeler (Platon) ve kimi peygamberler (Muhammet) ozanları toplumdan kovar.
Anadolu'da tek tanrılı dinlerin en egemen olduğu dönemlerde bile kimi Dionysos övgüleri Şeytan adıyla günümüze değin gelmiş, üstelik kabul görmüştür:
Dido Sotiriyu, Benden Selam Olsun Anadolu’ya adıyla Türkçe’ye çevrilen belgesel romanında, 1920'lerde İzmir’de yaşayan Rum tüccarın adını Şeytanoğlu olarak verir. Demek ki Anadolu Rumları arasında Şeytan, saygıdeğer bir varlıktır.
Zeybekliğe kabul törenlerinde tan ağarırken zeybek gurubu dağa çıkar. Bir defne ağacının yanında durulur. Zeybek olacak kızan yatağanını çeker, üç kez öper, efenin önünde diz çöker Efe sorar, zeybekler yanıtlar.
Sorulardan biri şudur:
- "Şeytana bel bağlanır mi?"
- "Yardımcımızdır, bağlanır..."
Yeni zeybek yatağanını defneye saplar, andını içer. Defne, mitolojide Apollon'un ağacıdır. Belki de yeni zeybeğin yatağanını defneye saplaması, Apollon'a tepkisini simgelemektedir.
Çoğunluğu Güneydoğu Anadolu'da olmak üzere Kuzey Mezopotamya'da yaşayan bir inanç dizgesine, Yezîdî'lere göre evreni yöneten, adı "Şeytan” olan bir melektir.
Tek tanrılı dinlerin tanrısının bütün baskısına karşın Anadolu insanı, Müslümanıyla Hıristiyanıyla, Dionysos'unu (Şeytan’ını), yani coşkusunu, sevincini, sevgisini; yani yüreğini hiç bir zaman terk etmemiştir.
Oysa Avrupa'da, Ortaçağda "cadı” adı, olasılıkla eski Dionysos tarikatının (Bakkhalar) sürmekte olan uzantılarına bağlı insanlara verilirdi. Böyle bir bağlılık "ruhunu şeytana satmış olarak nitelenirdi. Şeytan’dan kurtulmanın yolu, o insanı yakmaktı.
Apollon inancının tek tanrılı dinleri ne denli etkilediğine, dahası tek tanrılı inanç dizgelerinin birer Apollon inancından başka bir şey olmadığına ilişkin daha pek çok örnek verilebilir.
TEK TANRILI DİNLERDE ANA-TANRIÇA'LAR
Anadolu Ana-Tanrıça'sinin, Kybele, Kübele, Kubaba, Artemis, Hepat, Leto gibi pek çok adının her birinin, tek tanrılı dinlerin içinde kendine özgü bir yeri vardır.
"Kybele", islamiyete "kıble” sözünü verir.
"Kubaba"nin "Kabe" sözünün kökeninde olduğu araştırmacı Raşit Ergener'in bir saptamasıdır.
"Hepat", Hitit ana tanrıçasıdır, Pulasatiler tarafından Filistin'e götürülür ve Adem'le evlendirilerek Havva’yı oluşturur.
"Leto", Kur'an'da adı geçen "Al-Lat"tır. Al-Lat, Al-Uzza ve Kore, Mekke'nin Cahiliye Dönemi’ndeki üç bakire tanrıçasıdır (Lat, hem bakire, hem anadır). Bu üçlemeye "Manat" denir. Haklarında Şeytan Ayetleri indiği söylenen tanrıçalar bunlardır. Ayça(hilal), eski Anadolu'da bakirelik simgesidir. Manat üçlemesini simgelemek üzere, Mekke'nin bayrağında üç ayça bulunur. Bu üç ayça, sonradan Osmanlıların da bayrağını süsleyecek, islamiyetin simgesi olacaktır.
Anadolu'da Persephone'nin kızı olan Kore, Mekkelilere adını verecek, "Kore'nin çocukları” anlamında "Kureyşliler” denecektir. Bugün hala o günlerden kalma bir gelenekle Kabe'nin hizmetini gören müslüman din adamlarına "Beni Şeb'a (Yaşlı kadının çocukları)" denilmektedir.
Kübele biçimindeki söyleniş, Arapların dilinde "Hübel”e dönüşür Mekke'ye en büyük tanrıça yapılır. Kur'an'da, unutturmak için olsa gerek, adı hiç geçmez.
İSLAMİYETİN KÂBE’Sİ, GÖK TAŞININ DÜŞTÜĞÜ YER
Eskilerde, çok eskilerde, tarihi bilinmedik evvel zaman içinde Anadolu ortalarında Pessinus denilen yere bir göktaşı düşer.
Göklerden gelen bu "Kara Taş" alınır, baş köşeye dikilir; Ana-Tanrıça'nın bir işareti, simgesi sayılır.
Ana-Tanrıça katından yere düşmüştür... Belki de Koca Ana, özellikle göndermiştir.
Taşın üstüne bir tapınak yapılır: Evrenin anası için kutsal bir ev...
Bu evin bulunduğu yer, Ana-Tanrıça'nın doğurgan, kutsal göbeği ve Evrenin merkezi sayılır.
Pessinus yüz yıllar, belki de bin yıllar geçtikçe "Kara Taş"ı görmeye gelen hacılarla onlar için yapılan törenler yüzünden yalnızca Orta Anadolu'nun değil, dünyanın en tanınmış yerlerinden biri olur.
Hacerü'l Esved (Kara Taş) de bir gök taşıdır Düştüğü yer, çok tanrılı dinler zamanında kutsal sayılmıştır Üzerinde Cahiliye Dönemi’nde Ana-Tanrıça tapınağı olarak kullanılmış bir yapı, "Kabe" vardır.
Kimi islam inançlarına göre Adem Peygamber, Kara Taş’ı cennetten getirir. Kabe'yi kendine ev olarak yapar. Sonradan İbrahim Peygamber'in yeniden yaptığı Kabe, Allah’ın göklerdeki evinin tam altındadır ve evrenin merkezidir. Namaz kılan insan yüzünü buraya dönmelidir.
"MERYEM ANA" DA ÇOK TANRILILIKTAN GELİYOR
Pessinus'lu Ana-Tanrıça, yalnız Müslümanlığa değil, Hıristiyanlığa da pek çok şey verir. Bunların en önemlisi "Meryem Ana" inancıdır.
Ana-Tanrıça, Artemis adıyla İonya'da Ephesos kentinin en büyük tanrısı sayılırdı. En önemli özelliği üçlek tanrıça (hem genç kız -bakire- hem olgun kadın, hem de ana) olmasıydı.
Ephesos'lu, Hıristiyanlığa karşı 400 yıla yakın Artemis'ini koruyarak direndi. 431 yılında Ephesos'da toplanan konsil Meryem Ana'ya Artemis Ana’nın özelliklerini verdi. Daha doğru bir deyişle Artemis Ana’nın adını değiştirdi, Meryem Ana'ya dönüştürdü. Ephesos'lu, ancak Artemis Ana’sını yitirmeden Hıristiyanlığı kabul edebilirdi.
Tek tanrılı dinlerin Meryem Ana inancı, adı değiştirilip güncelleştirilmiş Artemis Ana inancıdır.
Bu nedenle Meryem Ana da hem "bakire" hem "ana"dır.
Meryem Ana evi, Ephesos'lunun inancına göre Artemis'in doğduğu yer sayılan Ortygia Korusu’ndadır. Bülbül Dağı’ndaki koruda yapılan arkeolojik kazılarda Artemis törenlerinden kalmış dinsel malzeme bulunmuştur. Aynı yerde Artemis'den bu yana süren geleneğe uygun olarak, yılın belli zamanlarında yapılan Meryem Ana törenleri, Ege'li Ortodokslarca günümüzde de sürdürülmektedir.
GILGAMIŞ DESTANI'NDA NUH TUFANI ÖYKÜSÜ
Bütün tek tanrılı dinlerde yer alan Nuh Tufanı öyküsü en eski tek tanrıcı sayılan İbrahim Peygamber'den (ki Tevrat'ta Hititlerle çağdaş gösterilmektedir. - En erken MÖ.18.yy) 700 yıl önceden kaldığı saptanmış olan Gılgamış Destanı tabletlerinde en ince ayrıntısına varasıya anlatılmaktadır. Bu biçimiyle öykü, tipik bir çok tanrıcı Mezopotamya öyküsüdür. Ayrıca Gılgamış Destanı, dünyanın ilk insanından (Adem) da söz etmektedir.
ÇOK TANRILI DİNLERDE CENNET VE CEHENNEM
Eski Mısır dininde Öteki Dünya, bütünüyle Cennet'tir:
"Ölüm gözlerimde bugün
Bir peçe kalkarmış gibi gökyüzünden
Kişi o bildiği amaca erermiş gibi.
Ölüm gözlerimde bugün;
İnsanın göreceği gelmiş gibi yuvasını,
Yıllarca süren bir tutsaklıktan sonra."
(Eski bir Mısır şiirinden)
Eski Anadolu'da ise öteki dünya, bütünüyle Cehennem'dir. Homeros'a göre Hades, "Tanrıların bile tiksindiği çirkef ülke"dir. İnsan ölünce Hades'e gitmeye yargılıdır. İnsanoğlu bundan kaçamaz: Hades'e gidilecek ve eziyet çekilecektir.
Tek tanrılı ve özgün (orijinal) olduğu savındaki dinler, Mısır’ın Cennet'i ile Anadolu'nun Cehennem (Hades)'inde olduğu gibi, bütün temel kavramlarını çok tanrılı dinlerden almıştır. Ayni mantıksal yapıya sahiptir.
Çok tanrılı dinlerle tek tanrılı dinler arasındaki ayırım, kendilerinin iddia ettiği gibi inanç dizgelerinde ve mantık yapılarında değildir. O denli değildir ki, tek tanrıcı kutsal kitaplarda yapılacak çok küçük birkaç sözel değişiklikle karşımıza çok tanrıcı dinlerin inanç dizgesi ve mantığı çıkıvermektedir.
Asıl ayırım, belki de M.O. 5.yy'a değin, insanın evrene karşı merak gereksinimini karşılamak üzere ortaya çıkmış olan çok tanrılı dinsel inanç dizgelerinin, toplumsal yapının değişmesini önlemek amacıyla egemenler (ki o yıllarda gelişmekte olan Aristokrat sınıftır) tarafından kullanılmaya başlanmasıdır. Çok tanrılı dinlerin naiv (çocuksu, saf), sanatsal bile denebilecek yapısı Aristokratlar için yetersiz bulunmuş olmalıdır ki, temelde hiç bir değişikliği olmayan inançlar arasında kendilerine daha çok yetki veren bir dizge yaratarak tek tanrılı dinleri oluşturdular. Üstelik bu yüzden insanların birbirini kırmakta olduğu onları hiç ilgilendirmedi.
İÇİ BOŞALMIŞ TOPLUMSAL KABUK
"Din" toplumsal bir kurumdur ve Aristokrasinin temel tutamağıdır.
Gerçek gereksemeler ortadan kalktıktan sonra bile insanoğlu, kendi yarattığı toplumsal değerleri kolaylıkla temizleyip atamamaktadır. Dahası, yıkılma sürecine giren içeriği yitirilmiş toplumsal değerler, sertleşmekte ve yaşamak için ölüm-kalım savaşı vermektedir.
20.yy'da dinin de durumu budur. Birlikte yaşadığı toplumsal sınıf ortadan kalkmış, gereği kalmamış, soluk alamaz olmuş, içi boşalmış toplumsal bir kabuk!.. Üstelik bilim tarafından sürekli kemirilmekte...
Direnecektir... Direnecek ve kendi yok oluşuyla birlikte, yanında ya da karşısında pek çok insanin yitirilmesine de neden olacaktır. Yapılması gereken, yitirilen insanların en azda tutulmasıdır. Bunun için çağdaş ve insanca politikalar geliştirilmeli, uygulanmalıdır. Din de içinde olmak üzere, çökmekte olan kurumlara karşı savaşım yöntemi bu olmak gerekir. Yoksa onların karşısına geçip ama aynı dilden konuşarak savaşım yapılıyor sanmak, tek tanrılı dinlerin çok tanrılı dinler karşısında yaptığı sözde savaşıma benzer ki boşa kan dökülmesinin ve doğal süreci gerilemek olan bir kurumu bir miktar ilerletmenin ötesinde bir işe yaramaz.
Gerçek düşman din değildir, hele içten dindar hiç değildir. Düşmanların doğru saptanması, dostların doğru saptanması kadar önemlidir.
(Bilim ve Ütopya, 24 Ekim 1993)
=========================
[1] Yazı, Bilim ve Ütopya’nın Aydınlık eki olduğu dönemde 24 Ekim 1993 Sayı:26’da kapak yazısı olarak “Çok Allah’tan Tek Allah’a” adıyla, bir de buna yakın bir zamanda Yalçın Küçük’ün grubunun kısa süreli çıkardığı bir dergide yayınlandı.
2 yorum:
Merhabalar Ömer Bey,
Kurduğunuz bağıntılar o kadar metazori ki, saymaca ve kurmaca analojilerinizi temellendirebilmek için resmen realiteyi saptırmışsınız.
Allah ile Apollon, Dyonisos ile Şeytan, Kybele ile Kıble vs...
Şaka mı bu???
Size söyleyecek tek sözüm var:
Yazdıklarınızda ciddiyseniz çok komiksiniz, yok şaka yapıyorsanız bilin ki hiç komik değil...
Sayın "isimsiz",
Keşke bu konuda kendi düşünceleriniz ve söyleyecek daha fazla sözünüz olsa...
Daha önemlisi kendinizi saklayarak "sütre gerisi"nden atış yapmak yerine "insan gibi" bir de imzanız olsa...
İnsanlık olarak daha doğru ve güzel toplumlara doğru yol almamız çok daha kolay olurdu...
Yorum Gönder