AHİLER PİRİ, DEBBAĞLAR SULTANI
AHİ EVREN ŞEYH NASİRU’D-DİN MAHMUD,
13. YY’DAN YAZIYOR:
“TABSİRATÜ'L-MÜBTEDİ VE TEZKİRETÜ'L-MÜNTEHİ”[*]
Doç. Dr. Mikail Bayram
Türkiye Diyanet Vakfı Yayını
Yayın no:165 / Oku Düşün Serisi:28
Kültür Hazinemiz Dizisi:2
ANKARA 1995
En sonunda oldu... Sayın Mikail Bayram, yıllarını verdiği, Ahilik, Ahi Evren, dönemi ve çevresi konularında yıllar yılı yaptığı araştırmalarının ve pek çok saygıdeğer buluşunun sonunda Ahi Evren’in özgün bir kitabını Türkçe’ye kazandırdı ve Diyanet İşleri Başkanlığı da kitabı bastı...
“TABSİRATÜ'L-MÜBTEDİ VE TEZKİRETÜ'L-MÜNTEHİ”
“Tasavvufun ruhunda dünyaya karşı bir isteksizlik ve dünya meşgalelerinden uzak durma vardır. Bunun tabii sonucu olarak başkalarının sırtından geçinme yoluna sapmalar olmuştur.(...)Ahîlik cömertlik mesleği olması itibariyle bir yönüyle de elinin emeği ile geçinme ve başkasına yedirme ülküsüdür. Ahi Evren’in şeyhi Evhadü’d-Din’in (...) dilenciliği asla tasvib etmediği menakibnamesinde belirtilmektedir.”
Dünyadan sakınınız çünkü o Harut ve Marut adlı meleklerin
sihrinden ibarettir. (S:176)
Allah seni bu gurur ülkesi olan dünyaya meyletmekten korusun. Bil ki, insanoğlu bu beden denilen cismani şekle bağlandıkça ona öyle haller arız olur ki dünya adı verilen geçici zevklere ve maddi alemin kurallarına bağlı kalır. (S:181)
Gelecek için bugünden vazgeçmenin anlamsız olduğunu, gelecekteki ahireti elde etmek için dünyadan yararlanmak gerektiğini, Sonra pişmanlığın hiç bir işe yaramayacağını anlatır:Ahiretin kanunları dünyadan çıkar. Dünya Ahiretin anasıdır. (S:176)
Fakirlik çatmadan servetinden, hastalanmadan önce sağlığından, ihtiyarlamadan önce gençliğinden, kısacası Ahiretin için dünyadan yararlan. Sakın ha, keşke ihmal etmeseydim durumuna düşmeyesin. Nitekim cehennemdekilerin feryatlarının çoğu keşke ihmal etmeseydim, keşke ihmal etmeseydim..'dir. (S:203)
Ölümden sonraki gerçek dünya, herkesin kendi doğruları doğrultusunda gerçekleşir.Eğer his, dünyasının örtüsünden uzaklaştırılırsa ne olduğun ortaya çıkar. Ateş perest isen Cehennemi, mümin isen Cenneti bulursun.
(...)Kıyamet günü insanlar niyetlerindeki gibi haşrolunacaklardır. (S:191)
İnsan düşüncesinin, kişiden bağımsız bir doğrunun olmadığı yolundaki “görelilik” kavramına doğru yönelmeye başladığını da göstermektedir. Kaldı ki dinlerdeki “kıyamet” kavramı da Şeyh Nasiru’d-Din Mahmud’a göre, insanına göre birkaç anlamı ifade eden bir kavramdır:
Kıyamet sözü, gönlü aydın kişilerce birkaç anlamı ifade eden ortak bir kavramdır. Belli bir güne Kıyamet denir ki, buna "büyük Kıyamet" adı verilir. Tabii ölüme de kıyamet denir ki, bu ölüme "küçük kiyamet" adı verilir. "ölen kişinin Kıyametı kopmuş olur".(...) Ermiş kişinin vuslat haline de Kıyamet denir. Bu vuslat halinde iki alem, birlik nuru ile bakan arif kişinin gözünde yok olur. (S:195)“Görelilik” kavramı, gelecekte insanı “kul” olmaktan kurtarıp kendi başına “birey” olma yoluna doğru yönlendirecek olan kavramdır. Ahi Evren’de henuz tam tamına açık olmasa bile gelecek, insanoğlunun birer “birey” olarak “kişi”leşmesi ile oluşacak ve gelişecektir.
Aristokrasinin “kul” ekini yerine yavaş yavaş burjuvazinin “birey” ekini oluşmakta ve gelişmektedir.
Ancak bu düşünceler tehlikeli düşüncelerdir. Hem okuyup dinleyeceklerin “dinden çıkması” tehlikesi vardır, hem de yanlış anlaşılma sonucunda söyleyenin başına istemediği işler gelebilir. Ama asıl, yanlış anlamalarla yanlış yönlenmeler ortaya çıkabilir.
Şeyh Nasiru’d-Din Mahmud’da her şey öyle açık seçik söylenemez.
Bu büyük sırların açıklanması, irade yularının elden çıkmasına neden olabilir:Şayet gönül gözü, marifet nuru ile bakacak olursa, bu hususlar akıl ölçülerinden daha iyi aydınlanır. Fakat bu konuda daha fazla bir şey yazıp söyleyemem. Çünkü bunun açıklanması tehlikeli bir durum ve büyük bir makamdır. Gayb cihetinden: "Rablerin Rabbi bunu açıklamış da sana ne oluyor açıklamaya kalkıyorsun?" dendi. (S:144)
Bu makamda çok büyük sırlar var. Duyurulmasında halka zararı faydasından çoktur.(...) Zira korkarım ki irade yuları elden çıkıp...(S:151)
Dahası, düşünülen sırların açıklanması, düşünen insan için tehlikelidir de:
Gizliliğin gerekliliği, 15. yy’da yaşamış bir başka mutasavvıf’in Said Emre’nin dizelerinde de görebiliyoruz:Nice ilim cevherleri var ki, onu ortaya saçarsam, bana sen putperestsin diyeceklerdir.
Müslümanlar kanımın dökülmesini mübah sayacak ve en kötü şeyleri reva göreceklerdir.
Cahiller görüp de fitne çıkarmasınlar diye ilmimin incilerini gizliyorum. (S:161)
Said sen sırrını cahile dime
Ne bilür sözüni dağdağı hayvan[1]
Yine gizliligin gerekliliği, Ahi Evren’den yaklaşık 1800 yıl önce yine Anadolu’lu bir filozof, Ephesos’lu Herakleitos tarafından da savunulmakta, dahası uygulanmaktadır.
Herakleitos’dan tasavvuf düşüncesine alınan yalnızca gizlilik değildir.
Herakleitos’ta da böyle bir “İlk Akıl” vardır. Herşeyi, bütün evreni saran bir akıl: “Logos”.(...)En büyük ruh (Mikail) bunların başıdır. En yüce makamda bundan daha üstün bir ruh yoktur. Ona bir deyişle(...) "en yüce kalem (kalem-i ala)" diğer bir deyişle de "ilk akıl (akl-ı evvel)" denir ki, Allah ilk önce aklı yarattı(...) Ve buyurdu ki izzet ve celalin hakkı için senden daha şerefli bir varlık yaratmadım. (S:154)
Bu “logos” daha sonra Ephesos’da yazılmış olan Yuhanna İncili’ni ilk ayetlerinde de yer alacak ve tek tanrılı dinlere tanrıyle birlikte “ilk var olan” özellikleriyle girecektir:Bizi çevreleyen (evren) logos’lu ve us’ludur. Bu tanrısal logos’u (...) solukla içimize çekerek akıllı oluyoruz.[2]
1Önce Logos vardı, ve Logos Tanrı ile birlikte idi, ve Logos Tanrı idi. 2O, başlangıçta Tanrı ile birlikte idi. 3Herşey onunla oldu, onsuz hiçbir şey olmadı.4Yaşam onda idi ve yaşam insanların ışığı idi.[3]
İşte bu Logos, daha sonra Hıristiyanlıktaki “Kutsal Ruh” kavramını biçimlendirecek, Anadolu’da tasavvuf düşüncesinin temelini oluşturacaktır. Herakleitos’un Logos’unda bütün zıtlar birliğe ulaşır. Tasavvufta da öyle:
Varlık yokluk birdürür hem işk sevi birdürür
Dünya ahret birdürür ışk-ı enâm içinde[4]
SAİD EMRE
Daha sonra tek tanrılı dinlerde tanrının bu özelliğini yitirdiğini, insanın kimi yanlarını kişileştirme işini yazın sanatının üstlendiğini, özellikle 19 yy’da Dostoyevski ile bunun çok belirginleştiğini görüyoruz.
Ancak Antik Anadolu’dan Bizans’dan geçerek gelen etkiler, Ahi Evren’in, dolayısıyla tasavvufun bu ekinden aldıklarının küçümsenemeyeceğini gösteriyor.
(...)En büyük ruh (Mikail) bunların başıdır.(...) Ona bir deyişle(...) "en yüce kalem (kalem-i ala)" diğer bir deyişle de "ilk akıl (akl-ı evvel)" denir ki, Allah ilk önce aklı yarattı(...)(S:154)
(...)Daha doğrusu herbir şey için bir melek görevlidir. Nitekim peygamber'in sözlerinde "Herşeyin bir meleği vardır" diye geçmektedir(...) Nitekim hadiste de "dağların meleği", "rüzgar meleği", "şimşek ve yıldırım meleği"nden bahsedilmiştir. (S:155)
Öncelikle Tabsira’dan değil ama bir başka kitabından, “Letaif-i Hikmet”den yaptığı bir alıntıyla Sn. Mikail Bayram, esnafın gerekliliğini Ahi Evren’in nasıl gördüğünden sözediyor:
Allah insanı medeni tabiatlı yaratmıştır. Bunun manası şudur, Allah insanları yemek, içmek, giymek, evlenmek, mesken edinmek gibi çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi, demircilik, marangozluk da bir takım alet ve edevatla yapılabileceği için bu alet ve edevatı tedarik için de çok sayıda insana ihtiyaç vardır. Böylece insanın (toplumun) ihtiyaç duyacağı bütün sanat kollarının yaşatılmasi gerekir. O halde toplumun bir kesiminin sanatlara yönlendirilmesi ve her birinin belli bir sanatla meşgul olması gerekir ki, toplumun ihtiyaçları görülebilsin. (S:38-39)
(...)İnsanlardan ise, bazen nikahlanmak, bazen ücretle çalıştırmak ve diğer bazı işlerde yararlanılır.(S:182)
Oysa Aristokrasi, Anadolu’da uzantıları günümüze değin gelmiş “ağalık” düzenlerinde bile emeği para vererek satın almaz. Emek, köleler tarafından ona sunulmuş bir ayrıcalıktır. O yalnızca emeğini kendisine veren insanlara, kendi ürettiklerinden “yaşayabileceği kadar” ürünü “bırakır”.
Ağaz u Encam’ında insanlar için istediği “miras hakkı” yani mülkiyeti savunuyor olması, esnaf’ı örgütleyen ilk insan olması, “vatan” için savaşan bir topluluğun önderliğini yapması, siyasal anlamda Aristokrasinin savunuculuğunu yapan Mevlevilere karşı yaşamı boyunca savaşım içinde bulunması, “kul” kavramı karşısında insanı “birey” olarak da görmeye başlaması... Onun açtığı yoldan giden Ahîlerin kendi siyasi görüşleri doğrultusunda iki ayrı devlet kurmuş olmaları...
İşte Ahî Evren’i ve Ahîlik örgütünü günümüzde önemli kılan tutamaklar bunlardır.
Sn. Mikail Bayram’a göre Ahî Evren Şeyh Nasiru’d-Din Mahmud, melamilik inancı doğrultusunda kitaplarının hiç birinde adından söz etmemiştir. Tabsira’da, adından değil ama, kendinden söz etmektedir:
Şiddetli zorlanmalar, irade yularını elimden alıyor. "Allah
işinde hükümrandır."(Yusuf Suresi,12/21) Yani kulları üzerinde hüküm vardır. Şu anda hatırımda olmayan şeyler dahi yazılabilir. Onun için açıklamakta olduğum konuya döneyim. Dayanağım hayat sahibi kayyum olan Allah'tır.(S:159)
Takdir sürekli olarak irade yularını elimden alıyor. "allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz."(İnsan Suresi,77/30) gene açıklamakta olduğum Allah'ın fiilleri konusunun geri kalan kısmına dönüyorum. (S:161)
Bir yandan yazarken, bir yandan da yazmayı isteyeceği şeylerin dışına çıkmaktan, istemini denetleyememekten korkuyor.
Ahi Evren’in 13. yy’dan bugüne, düşünceleri doğrultusunda kurulmuş 20.yy toplumuna seslenmesini sağlayan Mikail Bayram’a okuyucular olarak ne denli sağol desek yeterli olacağını sanmıyorum. Hem Bayram’ın hem de 13. yy Farsçasını okuyabilen bütün bilim adamlarının konuya ilgi göstereceklerini umuyorum. Kısa zamanda Ahi Evren Şeyh Nasiru’d Din Mahmud’un bütün kitaplarını bugünün Türkçesi ile okuyabileceğimizi ummak istiyorum.
[2] Walther Kranz, Antik Felsefe / Ist.Üniv.Ed.Fk.Yayını / 2.Bsm.Ist.1976 / S:48-55
[3] Kitab-ı Mukaddes / Yeni Ahit / S:92[4]Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf / Remzi Kitabevi Ist.1961 / S:172
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder