Belgesel Sinemacılar birliğine 29 Mart 2010 tarihinde yazdığım mesaj şöyleydi:
Filmimiz "Kuruluştan Kurtuluşa / Anadolu'da Yeniden Doğuş" yazık ki TRT Belgesel kanalında 5 dakika kadar sansürlenerek yayınlandı ve yeni bir sansüre uğramazsa bir hafta kadar da yayını sürecek görünüyor!..
Salt, eski bir memur-yapımcı olarak, dizinin yapımcısı genç arkadaşımızın, dahası "hayatı belgeleyenler" adlı belgeselcilerle söyleşilen ve birer belgesellerinin gösterildiği dizinin başına gelebilecekleri düşündüğümden protesto çekip yayını durdurmuyorum. Ama en azından bundan sonraki yayınlarda bir kez daha izlemeye ben, dayanabileceğimi de sanmıyorum.
Filmimizi sansürsüz olarak izlemek isteyecekler için bağlantı şudur:
Çıkarılan iki bölümün bölümün söz metni şöyleydi (sakıncalı görülüp çıkarılan yerler kırmızıyla işaretlenmiştir):
====================================
I
SUNUCU
Bedreddin yiğitlerinden Börklüce Mustafa Aydın illerinde adamlarıyla kulluğa baş kaldırır. Ardından Karaburun’a çekilir.
Bedreddin, İznik sürgününden kaçar, Karaburun’a yola düşer.
Ne var ki Şehzade Murad, Karaburun’a Börklüce Mustafa’nın üstüne gelmektedir.
Nazım Hikmet anlatıyor:
Mübalağa cenk olundu
Aydının Türk köylüleri
Sakızlı Rum gemiciler
Yahudi esnafları,
on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafa’nın
düşman ormanına on bin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil
kalkanları kakma, tolgası tunç
saflar
pare pare edildi ama,
boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
on binler iki bin kaldı.
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı;
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek
yarin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini..
Yenildiler.
Geri kalanlar götürülür. Börklüce Mustafa’yla birlikte Ayasluğ çarşısında boyunları vurulur.
Ayasluğ, bugünkü Selçuk’tur.
II
Osmanlı’da ilk kez kendine açıktan “Sultan” dedirten padişah,
II.Mehmed olur. Ünlü kanunnamesiyle yozlaşmış Selçuklu-Bizans aristokrasisini yeniden iktidara taşır.
Anadolu’da artık tutunamayan “Anadolu kültürü” sınırların dışından son bir savunu dener. Anadolu Türkmenleri Şah İsmail’in Osmanlı sınırları dışında kurduğu Safevi devletini destekler.
Şah İsmail’in Osmanlı’ya karşı giriştiği savaş, Anadolu’nun da son başkaldırısıdır.
Sultan Selim, Çaldıran’a giderken, bütün Türkmenleri çoluk çocuk demeden öldürtür.
13.yy Anadolu’sunun önü böyle kesilir.
====================================
Sinemacılara "sizin filmleriniz bugüne değin göz önüne alınsaydı Türkiye bugünkü halinde olmazdı" anlamında sözler söyleyen bir Başbakanın bu sözlerinden yalnızca birkaç gün sonra salt kendi düşüncelerine ters geldiği için filmleri sansürlemeyi sürdüren o başbakanın memur sansürcüleri!..
Sizce hangisinin takiyye yaptığına inanalım?
==================================
Özgürlüklerimi tam, eksiksiz, hiç bir kısıtlama olmadan istiyorum ve herkese de bu hakkı veriyorum. Hiç birinden korkmadan!.. Ne başörtüsünden, ne dincisinden, ne ırkçısından, ne faşistinden... Düşünce düzeyinde hepsiyle başedebilecek düşüncelerim olduğunu düşünüyorum. Savaşım, kendi düşüncelerimden yana da olsa, bütün kaba güçlere karşı!.. Bunu durdurmayı başarabilirsek, düşüncelerimizle her türlü savaşımı göze alabiliriz! Öyleyse düşünceleri söylemeye karşı çıkmamız anlamlı değildir. Durdurmamız gereken, düşünceler değil, dökülen kanlardır.
Yalnızca anayasa(mız?)ın değil, bayrak, milli marş vb her türlü "milli değer" üzerindeki milliyetçi kutsallıkların hepsinin aslında dinsel kutsallıklardan sarkageldiği ve bu konudaki hassasiyetlerin, "kaybetme korkusu" üzerinden geliştiğini düşünüyorum.
Liberalizm için değil, "herşeyin alabildiğine özgür olduğu bir dünya için" savaşım verilmelidir. Düşüncelere karşı çıkışlar, engelleyerek değil, karşı düşünceleri savunarak yapılmalıdır. Engelleme, sansür, düşüncelerin karşısında zayıf duruma düşüldüğünde başvurulan, insanlık dışı bir önlemdir. Herşeye karşı durulabilir, dalga geçilebilir. Kültür tarihindeki hiç bir şey, ama hiç bir şey, "kutsal-değişmez" değildir, herşey gelişebilir, yani değişebilir olarak algılanmak zorundadır.
"Dalga geçme"yi "hakaret" olarak algılama, dahası, "hakaret olarak algılatmaya çalışma", ümmet kültüründen günümüze kalmıştır. O kültürün insanları, özellikle kültürlerinin çöküş döneminde, dogmaları (tanrı, peygamber, kitap) ile dalga geçilmesine dayanamazlar. Oysa Kemalist devrim ümmet kültürüne karşı, onun her türlü özelliğine, "dogma" olmasına, "kutsal" olmasına karşı, onu çökertmek için yapılmış, yerine "Kemalist ulusalcı" kültürel yapıyı getirmiştir. Aynı kutsallıkları ona da taşıtmak, herşeyden önce Kemalizmin kendisine de ihanet etmektir.
"Kutsal"lığı günümüze değin gelen bir metin üzerinden sorsam, desem ki: "İstiklal marşımız", ulusalcı kutsallığı günümüzde de tartışılmaz bir metindir. Oysa düşünceyle karşı çıkılabilecek, dahası dalga geçilebilecek birçok yeri vardır. Bunları öyle ince ayırımlar bile yapmadan saysak:
2. "hakk'a tapan"
3. "'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?"
4. "va'dettiği günler hakk'ın"
5. "sana yok, ırkıma yok izmihlal"
Bildiğimiz 10 kıt'a içinde iki yerde "ırk", iki yerde ise "hakk" geçiyor, yani tanrıdan söz ediliyor, ayrıca herkesin biraz da şaşırdığı gibi, bir yerde de "medeniyet" yani "uygarlık" için söylenen söze bir bakın...
Oysa Kemalist milliyetçilik, ırkçı değildir, laiktir, çağdaş, yani uygarlık yanlısıdır...
Öyleyse nedir bu perhiz, nedir bu lahana turşusu?
Şudur: O günlerin heyecanlı koşulları içinde söylenmiş bir şiirdir İstiklal Marşı. Yani belirli günler içindir... Artık günümüzde üzerine düşünceler de söylenebilmelidir, dahası dalga da geçilebilmelidir.
Hele hele "dökülen kanlar"dan ve "şehitlik"ten bu denli övgüyle söz etmesi - artık bunları da buraya alamadım - neredeyse bir tür propagandasını yapıyor olmasına Nazım Hİkmet'in eleştirisi şöyledir:
Saat beşe on var
Kırk dakika sonra şafak
sökecek
“Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak”
Tınaztepe’ye karşı Kömürtepe cenubunda
On Beşinci Piyade Fırkasından iki ihtiyar zabiti
Ve onların genci, uzunu
Darülmuallimin mezunu
Nurettin Eşfak
Mavzer tabancasının emniyetiyle oynayarak
Konuşuyor :
-Bizim İstiklâl Marşında aksayan bir taraf var,
Akif, inanmış adam,
Fakat onun ben
inandıklarının hepsine inanmıyorum.
Beni burada tutan şey
Şehit olmak vecdi mi ?
sanmıyorum.
Mesela bakın :
“Gelecektir sana vadettiği günler elbet Hakkın”
Hayır.
Gelecek günler için
gökten âyet inmedi bize
Onu biz kendimiz
vaat ettik kendimize
bir şarkı istiyorum
zaferden sonrasına dair
“Kim bilir belki yarın….”
(Kurtuluş Savaşı Destenı'ndan)
Oysa "biz", yani "insan olanlar", kanı durdurmaya çalışıyoruz!.. Bunun için savaşım veriyoruz!..
Yani kaba güç dışında hiç bir şey kaba güçle karşılanamamalı, düşünce üzerinde hiç bir sansür uygulanamamalıdır. Dahası bu düşünce "dalga geçme" düzeyine bile varsa durdurulması için kaba güç, yani sansür kullanma hakkı yoktur. Açık ve net olarak her şey üzerine konuşulabilmeli, tartışılabilmeli, dalga geçilebilmeli, dahası değiştirilebilmelidir. Bir düşünceye karşıysanız, karşı durmanın yolu, aynı yolla karşı düşünce yayınlamaktır!..
Bu dünyada, kültür tarihinde eskimeyecek hiç bir öge yoktur. Herşey, bize "kutsal" gelenler bile dahil!.. Bilimsellik bunu gerektirir. Uygarlık da, Kemalist uygarlık da...
Bunca "özgürlük"ün de "liberalizm" ile hiç bir ilgisi yoktur. Engellemek, sansürlemek, açık bir "insan hakkı"dır, o kadar.
Kutsallıklar, yasaklamalar, tabular, hangisi olursa olsun, zayıflık belirtisidir...
Öyle değil mi?
==================================
Genel bakışlar yani kuramlar (teoriler) olmadan, durum saptamaları ile yalnızca polisiye önlem alabilirsiniz. Sansür de polisiye bir önlemdir. Sansürü yapanın doğru ya da haklı olması gerekmez. Güçlü olması yeterlidir.
Ama geleceği görebilmek ve kurabilmek için genel bakışa, yani kurama (teori) gerek duyarsınız. Eğer "kuram" olmasa, Mustafa Kemal, Türkiye'nin kuruluşunun önderi olamazdı.
Doğruyu günlük saptamalarla değil, doğru kuramların ölçütleriyle ölçebiliriz. Kuramlar günlük saptamaları da içerir. Bu yüzden de geleceği kuracak doğurgan tartışmalar, günlük olgular değil, kuramlar arasında oluşur. Kuramlar tartışmalarla gelişir, doğruya yaklaşır, yayılır, genişler. Sağlıklı bilgiyi oluşturur.
Kuram yoksa gelecek de yoktur!..
==================================
Gelecekten korkmaya başladığımızda, kendinizi geleceği oluşturacakların arasında göremediğimizde korkarız. Korktukça da kaba güç kullanarak karşı düşünceyi önlemeye çalışırız!.. Sansürün mantığı da tam bu.
Biz gelecekten korkmuyorsak, geleceğe karşı çıkanlarla her durumda başedebiliyorsak, ne Anayasanın başlangıç ilkelerinden, ne de cumhuriyeti yitireceğimizden korkmamıza gerek yoktur. Kültür tarihinde bugüne değin hiç bir şey geriye doğru gitmemiş, gerilememiştir. Eğer Cumhuriyetin başlangıç ilkelerini ve Cumhuriyeti tabu, dokunulmaz görüyorsak yeterince güçlü olmadıklarını düşünüyoruz, güçlendirmeye çalışıyoruz demektir. Oysa biz, onlara da dokunulabileceğini göze almak zorundayız. Geriye doğru dönüştürmek isteyeceklere karşı, güçlü olan ileriye doğru değiştirebilecek olanlardır. Doğru değişim, doğru "akış" budur.
Görevimiz, Kemalist ilkeleri bile "tutmak" değil, ("tutucu" kavramı tam bu durumdan türer) ileriye doğru geliştirmektir. Burada karşı çıkacağımız şey, olduğu gibi "tutmak", ve "geriye doğru götürmek" olmalı, karşı çıkış yolumuz, sansür gibi kaba güç gösterileriyle değil, düşünsel olmalıdır. Gücümüzün kaynağı düşüncelerimiz olmak durumundadır.
Gelecekten yana olan, her zaman, salt gelecekten yana olması nedeniyle güçlüdür. Bu yüzden de geri götüreceklerden korkmak gerekmiyor. Yeter ki biz gelecekten yana olalım ve herşeyi ama herşeyi "değişmez" kılmak yerine herşeyi ama herşeyi değişir, ama doğruya değişir halde tutmaya çalışalım. Savaşımımız, tutmaktan ve geriye değiştirmekten yana olanlara karşı olsun!..
Ama yasaklamadan!.. Sansürlemeden!..
Güçlü olan gelecekten yana olandır.
2 yorum:
Merhaba, Facebook da rastladım da; "12 Eylül Plebisiti üzerine" isimli yazinizda, kendinizi statüko karsiti bir yere koymussunuz, bana cok ilginc geldi. Buna gercekten inaniyor musunuz? Bu sorunun cevabı insanın kendini inandırma yeteneği hakkında bana çok ciddi fikir verecek, cevaplarsanız çok mutlu olurum... Tesekkur ederim...
Adınızı verseniz, hele yanıtınızı doğrudan adresime yöneltseniz daha uygun olurdu.
Yanıtım şu: "Evet, kendimi statüko karşısına koyuyorum. Bu bir "inanç", yani "dogma" değil, bilinçle seçilmiş bir tutumdur. "Dünü geride bırakma ve yarına bakarak bugünü kurma" diyebileceğim tutumumun "geleceğin tutumu" olduğunu düşünüyorum. Bildiğiniz gibi "statüko", bugünü dünü ölçüt alarak kurmaya çalışan kolaycı bakıştır. "Tutucu", "statükocu", "sağcı" olarak adlandırılır. "Sol" ise bugünü, yarını doğru tahmin ederek "akış üstünde" kurmaya çalışan bakıştır.
Doğru değerlendirmeyi becerebilisek Marxizm ve Kemalizm'in, bu ikinci yol üstünde olduğunu görebilmemiz; "Stalinizm" denilen ve kendine "Atatürkçülük" adını veren duragan düşüncelerinse "dünü temel alan yapılar" olduğunu görmemiz o denli zor değildir.
Not: yanıt vermek istiyorsanız, yeri burası değildir. Bu yazıyı yollamış olduğum tartışma guruplarından birine ya da imece@tr.net adresime yazarsanız yanıtlayabilirim.
Yorum Gönder