14 Eylül 2010 Salı

12 Eylül Plebisiti Üzerine...

Semih Poroy

Bir Kez Daha Bedreddin!..
(Bir dostumun önerisi üzerine)

Son plebisitin sonuçları yüzünden karamsarlığa düşmemiz gerekmediğini düşünüyorum. Bütün Türkiye'nin ilerici bir yapıya bürünmesi için Kemalist Devrimden bu yana geçen bir yüzyılın yetmemiş olduğunu son seçimde açıkça gördük. Aceleci değişmeler bekleyerek bizim kuşağın (altmışsekizliler) hatasına bir kez daha düşmekte olduğumuzu görüyoruz. Sosyolojik olaylar öyle bir gecede -ya da on onbeş yılda, ya da 30-40 yılda- gerçekleşmiyor.

Anti-Kemalist hareket Mustafa Kemal'den bu yana sürüyor ve anlaşılıyor ki daha da sürecek. Ancak bu hareketlerin de sistem içine çekilerek yaşayabilme olanağını bulması, uzun vadeli -yani duygularımızdan arınmış- gelecek için olumsuz değildir. Anti-Kemalist karşı devrimin doğal sürecinde ölmesi için gerçek anlamda ama yalnızca demokratik bir savaşım verilmek zorundadır.

Ani gelişmeler bekleme alışkanlığımızdan vaz geçmek, uzun vadeli karşıt politikalar geliştirmek zorundayız.

"Evet...", az biraz değişiklikle, Nazım'ın Şeyh Bedreddin'in ağzından söylediği gibi:

"Bu kerre gene mağlubuz..."

Ve anlaşılıyor ki gelecekte de "mağlup" olacağız.

Uzun vadeyi görmeye çalışırsak, kendimizi içinde görmeye çalıştığımız, geleceği oluşturmakla görevli toplum kesimleri olarak her zaman "mağlup" olacağız. Politikalarımızı bunu bilerek ve bu duruma göre geliştirmek zorundayız. Dünyanın bütün zamanlarında, gerçek muhalefetin doğal olarak akabileceği başka bir yol da olmadığını düşünüyorum...

Bütün zamanlarda, geleceği kurma doğrultusunda, yani doğru yolda olanlar, her zamanın "mağlup"ları olacaklar. Çünkü galip geldikleri anda da doğru yoldan çıkmış ve kendilerini statik yapıyı tutuyor durumda buluyorlar. Ne olduğunu anlayamadan da "tutucu" konumuna düşüyorlar.

Yalnızca Marxizm gibi, Kemalizm gibi birkaç yapılanmada bunu aşabilecek kıpırdanmalar görülüyor. Ama henuz birer tohumdan öteye geçemedikleri ve kendi düşünceleri görünümündeki -darbeler gibi- kendi karşıtlarını doğurdukları da görülüyor. "Mustafa Kemal Kemalizmi"ne karşı, tutucu, "Atatürkçü" karşı-devrim, Sovyetler birliğini yeniden Rusya Federasyonuna dönüşmeye zorlayan Stalinist yapı (bir tür karşı-devrim), bu nedenle oluştu. Kendine "Atatürkçü" diyen (hiç de Kemalist olmayan) siyasetin dişlerinin sökülüyor olması yanlış değildir.

Geleceğin ideolojileri yani kendilerini "sol" olarak niteleyen ideolojiler, "statik" olmaktan kurtulmanın, yapısal anlamda "dinamik" olmanın, yani "akış" üzerine oturmanın kültürünü geliştirmek, öğrenmek ve alışmak zorundadır!.. Sürekli kendini yenileyebilmenin, eski sorunlardan arınabilmenin, yeni sorunları karşılayabilmenin başka bir yolu olamayacaktır.

12 Eylül 2010 plebisitinde, 12 Eylül 1981 askeri rejiminden çok daha sert, yeni ve faşist bir dikta rejiminin kurulma çabasının olduğunu, 12 Eylül 2010 günü %58'le "olur" alan bu anayasanın bu sert rejimin anayasası olduğunu düşünüyorum. Buna karşın gelecekten umutsuz olduğum söylenemez. Tarihsel hareketler, karşı devrimler de olsa, içlerinde öyle olaylar yaratıyor ve geliştiriyor ki, geleceğin kapılarını açacak potansiyel de, kendi gelişimini her zaman, ayrıca sürdürüyor. Tarihe baktığımızda herhangi bir karşı-devrimin, geleceğe akışın potansiyelini sona erdirme başarısı gösterdiğini göremiyoruz.

Yeter ki doğayı yok edip insanlığın sonunu getirmemeyi başaralım...

1 yorum:

Ömer Tuncer dedi ki...

Adsız dedi ki...
"Merhaba, Facebook da rastladım da; "12 Eylül Plebisiti üzerine" isimli yazinizda, kendinizi statüko karsiti bir yere koymussunuz, bana cok ilginc geldi. Buna gercekten inaniyor musunuz? Bu sorunun cevabı insanın kendini inandırma yeteneği hakkında bana çok ciddi fikir verecek, cevaplarsanız çok mutlu olurum... Tesekkur ederim..."

demişsiniz.

Adınızı verseniz, hele yanıtınızı doğrudan adresime yöneltseniz daha uygun olurdu.

Yanıtım şu: "Evet, kendimi statüko karşısına koyuyorum. Bu bir "inanç", yani "dogma" değil, bilinçle seçilmiş bir tutumdur. "Dünü geride bırakma ve yarına bakarak bugünü kurma" diyebileceğim tutumumun "geleceğin tutumu" olduğunu düşünüyorum. Bildiğiniz gibi "statüko", bugünü dünü ölçüt alarak kurmaya çalışan kolaycı bakıştır. "Tutucu", "statükocu", "sağcı" olarak adlandırılır. "Sol" ise bugünü, yarını doğru tahmin ederek "akış üstünde" kurmaya çalışan bakıştır.

Doğru değerlendirmeyi becerebilisek Marxizm ve Kemalizm'in, bu ikinci yol üstünde olduğunu görebilmemiz; "Stalinizm" denilen ve kendine "Atatürkçülük" adını veren duragan düşüncelerinse "dünü temel alan yapılar" olduğunu görmemiz o denli zor değildir.

Not: yanıt vermek istiyorsanız, yeri burası değildir. Bu yazıyı yollamış olduğum tartışma guruplarından birine ya da imece@tr.net adresime yazarsanız yanıtlayabilirim.