"GELECEĞİMİZİN SABAHLARI İÇİN..."
"Ucube"nin asıl adreslerinden biri: "Arabesk"!..
Batı ya da doğu diye iki ayrı kültür olmadığı gibi, iki ayrı müzik türü de yoktur. Değişim ve gelişim çizgisinin ayrı noktalarına ulaşmış kültürler, müzikler vardır.
Dünyanın her yerinde müzik aynı gereksemeden doğar, aynı kanaldan gelir, toplumların yaşam biçimlerine göre biçimlenir. Toplumları ve yaşam biçimlerini biribirinden ayıran ölçüt dönemin kültürüyle belirlenir. Bu kültürel ölçüt, sosyolojinin verilerine göre, Aristokrat ümmet toplumlarında "din", günümüz Burjuva toplumlarında "millet/ulus"dur. Yanyana yaşayan toplumlar birbirinin kültürünü etkiler, yeni sentezler oluşturur.
Avrupa'da gelişen müzik, Renaissance sonrası 16-18 yy'lar arasında "Barok" dönemden geçerek Ortaçağ dinsel aristokrat yapısını geride bırakmıştır. Bireyin dünyasına girmiş, müzik de Aristokrat kültürden Burjuva kültürüne geçmiştir. Müzik araştırmaları bulunan Prof.Dr. Necdet Sumer'e göre Avrupa'da gelişen müziğin niteliksel ayrılığının kökeninde "Barok dönemi yaşamış olması, bu dönemin kattıkları" vardır. Sevgili Sumer'in düşüncesine ek olarak "Renaissance sonrası Burjuva kültürüne koşut olarak nitelik değiştirmiş ve dönemin gereksemesini karşılamak üzere 'birey' dünyasına dönmüş olmasındandır" denilebilir. Geçiş döneminin sosyolojik, kültürel ve bireysel özellikleri bütün incelikleriyle Alain Corneau'nun 1991 yapımı "Tous les Matins du Monde / Dünyanın Bütün Sabahları" adlı filminde 17 yy bestecisi Sainte Colombe'un yaşamı özelinde büyük bir ustalıkla anlatılır. http://www.imdb.com/title/tt0103110/
Anadolu'da Aristokrat "kul kültürü"nün sonlanması ve Burjuva "birey kültürü"ne geçiş sürecinde karşımıza iki biçimde çıkar. Biri, hızını Aristokrat kültürden alan, onun üzerine oturan burjuva müziği, öteki burjuva ticari yapısının etkisiyle ortaya çıkan "satılabilir" ya da "satışa gelebilir" bir "meta" olarak müzik. Yozlaşma, ikinci yolun üzerinde, "yeterli kültürel alt yapıya sahip olmayan ve yalnızca satılmak için yapılan müzik" alanında görülür!..
Kemalist dönemin kültür üzerine, bu arada müzik üzerine etkisini bugünden bakarak ve bugünün değer yargılarıyla ölçüp biçerek, "Türk müziği yasaklanmıştır" diye yüzeysel değerlendirmeler yapmak doğru olmaz. Osmanlı aristokrasisinin bürokrasi kültürünün üstüne oturmuş ve işlerlik geleneğini zorunlu olarak Osmanlı "kul kültürü"nden almış olan Kemalist bürokrasinin çalkantılı geçiş döneminde yanlışlar yapılmış olması doğaldır. Her devrimden sonra bir "devrimin yerine oturma süresi" gerekmiştir. 20.yy Anadolu Devrimi, dünyadaki son burjuva devrimidir. Bu dönemde insanlığın burjuva devrimlerinin deneyimine sahip olması nedeniyle, Kemalist Burjuva Devrimi'nde geçiş süreci, olabilecek en kısa sürede aşılma yoluna girmiştir. Neler yaşandığını elbette tarihçiler açıkça araştırmalıdır. Ama bu, Kemalist Burjuva Devrimi'nin akış içindeki doğru yeri gözetilmeden, mahkum edilmesi gerektiği ön yargısıyla yapılmamalıdır.
Osmanlı'nın kuruluşunda, özünü oluşturan, ama sonradan Aristokrat karşı devrimle önü kesilen Burjuva kültürü, sosyolojik bakımdan, ama dar bir bakışla "batıcı" yanılsamasıyla adlandırılan hareketlerin ilkinden, Lâle Devri'nden sonra gelişir. Klasik Türk Müziğinin içinde oluşan "Şarkı formu" ile ortaya çıkmakta ve dönemden etkilenen yaşama biçimine koşut yeni bir tür, "eğlence müziği" oluşmaktadır. Bu formda, Dede Efendi gibi Klasik Türk Müziğinin değerli bestecileri bile, öteki bestelerinin ağırlığında olmayan, oldukça hafif, şarkı formunda eğlence müzikleri besteleyeceklerdir. 20. yüzyıla yaklaştıkça, burjuva "bireysel" yaşam biçiminin daha da egemen olmasına koşut, bu tür, kendini yavaş yavaş "Klasik Türk Müziği" adını verebileceğimiz Aristokrat kültürden gelen müzikten ayıracak, yeni yaşam biçimine koşut olarak arasına bir yandan "Longa"lar, "Sirto"lar gibi eğlence müzikleri ile de birleşecektir ("Fasıl" denilen ve disipline edilmemiş şarkı formu yorumlarının da bu dönemde yaygınlaşmış olduğuna dikkat çekmek gerekir). Rum ve Türk eğlence müziklerinin ve dillerinin karmaşasından oluşan Rembetiko (ya da Rebetiko) bu dönemde ortaya çıkar. Aynı dönem, İslam ilahilerinin arasında bir tür serbest okuma sayılabilecek Gazellerin, ustası olan hafızlar tarafından, "bülbül sesli" gibi eğlenceyi çağrıştırır nitelemelerle bir tür eğlence müziğine dönüştüğü dönemdir.
20.yy ortalarına doğru, öteki kültür alanları -söz gelimi Edebiyatta Yahya Kemal- ile koşutluk içinde Münir Nurettin gibi, şarkı formunun klasikleri yetişecek (söz-beste ortaklıkları bu durumun özel bir kanıtı gibidir), daha sonra bunlara, klasik ile popüler arasındaki kültür ayırımı gözardı edilerek "neo-klasik" adı verilebilecektir.
1950'li yıllarda gazinoların gelişmesi ile eğlence müziği para getirmeye -rant sağlamaya- başlar, 1960'dan sonra 45'lik plakların çıkması ve taksilere takılan 45'lik plakçalarların "avazeleri" ile gazinodan gelen Zeki Müren'in yanına Halk Müziğinin gazino kanadından gelen Muzaffer Akgün'ün katılmasıyla, rant ve yozlaşma doruklarına ulaşır.
Arabesk denilen ve son günlerin moda deyimiyle "ucube(!)" müzik bu dönemin devamı olarak ortaya çıkacaktır. Bu ucubede, halk müziğinin "yanık"lığı (Anadolu türküsü bestelenmez, "yakılır") "ezik"liğe dönüşecek Arap müziği ticari "talep/istem"ine uyarak Arap tınılarına yaklaşacak ve Arabesk adını alacaktır.
Öte yandan, günümüzde, Burjuva kapitalist yapının ancak, "kâr ederek geçim sağlama" ve dolayısıyla "daha çok tüketme" ölçütleriyle devinebiliyor olduğunu göz önünde tutarak, insanın doğal gereksemesi olan sanatın, "sunum-istem / arz-talep" çarkları arasına sıkışmış olduğunu kolaylıkla görebiliriz. Kuşkusuz bu yapının oluşmasında, "istem/talep"in önemli bir payı vardır ("halk böyle istiyor" kolaycılığı), ancak bunun özgür bir istem olduğu söylenemez. Oluşmasında, tüketiciyi kolayca üretilebilir olana yönlendirmek, gereksemedan çok daha fazlasını tüketmesini sağlamak ve tüketimi olabildiğince uzun süre diri tutmak üzere çeşitli Burjuva/Kapitalist mekanizmaların geliştirilmekte ve işletilmekte olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bu mekanizmaların ilk organize kaynağının, Hitler'in propaganda bakanı Göbbels'in oluşturduğu "Büyük Yalan kuramı" olduğu unutulmamalıdır. Ardından, adı önce "reklamcılık" olmuş, şimdilerde "halkla ilişkiler" adı verilmiştir. Bu adın oluşmasında da "büyük yalan kuramı"nın önemli payı olduğu açıktır. Yani kapitalist yapı bu iş için para dökmekte, başarılı da olmaktadır. Yöneldiği kitle ise örgütlenmemesi ve durumun ayırdına varamaması için özel önlemler alınan "tüketici"dir, "biz"iz!.. Üstelik dökülen para, maliyetlere yansıyan bizim paramız, yani emeğimizdir!..
Ne gazino kültürü, ne de Arabesk; Karagöz'ün, orta oyununun, kuklanın, gezici tiyatro turuplarının, doğal süreç içinde gerçek gereksemeden oluşmuş "gerçek eğlence kültürü"nden gelmez. Ve tabii kökeninde, Aşık Veysel'in gerçek gereksemelere oturmuş olan nefesleri de bulunmaz. Bunların kendi aktıkları yol üzerinde gelişebilecekleri ve gelişkin bir kültürün oluşabileceği tehlikesi, önünün kesilmesi gereğini doğurmuş, burjuva kapitalist yapı, kendi hareketlendiricisi olan "kâr" doğrultusunda "halkla ilişkiler" kuramını da alabildiğine kullanarak önünü kesme (ya da hiç değilse denetim altına alma) operasyonu gereğince uygulamalarını yapıtların içine yerleştirmeye başlamıştır. Hal Ashby'nin "Being There / Merhaba Dünya"sı gibi dirençli birkaç olumlu örnek dışında bugünün komedisinin, artık Shakespeare'in komedyalarıyla da Charlie Chaplin'in komedisiyle de, niteliksel olarak hiç bir ilgisi yoktur. Bugünün komedisi çok büyük oranda, gerçek gereksemenin değil, Burjuva kapitalist dizgenin kendi oluşturduğu "yapay istem/talep"in ürünüdür. Belirli yaş üstündekilerin hâlâ anımsayabildiği Dümbüllü İsmail komedisi ile bugünkü Cem Yılmaz komedisi arasındaki nitelik farkı açıklıkla ortadadır...
Arabesk, pek çok kültür dalını kullanan ticari "sunum/arz" alanlarında olduğu gibi, bu yapının sonucu, yozlaştırmasıdır. Ne "yanık"lığın insanca başkaldırısını ne caz müziğindeki, biraz da karikatürle kardeş, başkaldırıyı taşır. Arabeskin özündeki "eziklik", içinde, bu ezikliğin kabullenilmişliğini barındırır. Karikatür sanatının ardına sığınarak "satılabilir" ve "kâr getirebilir" kılınan Gırgır ve salkım saçak ardılları ile aynı popüler çizgide, aynı durağanlıkta, aynı yozlaşma sürecinin ulaştığı noktadadır.
Geleceğin dünyasını oluşturmak için bu yapının mutlaka ve hızla ayırdına varılması gerekir. Kapitalizmin güdümlü "sunum-istem" yapısının ardındaki "güdüm"ü görünür kılmak ve herkesin önünde ipliğini pazara çıkarmanın zamanı hızla geçmektedir. Yok edilmeye çalışılan ve gerçek gereksemelerle oluşmuş, sanat, bilim, felsefe gibi her türlü yaratı kanalının açık tutulması için verilmesi gereken savaşım, günümüz aydınının görevidir.
Sonuç olarak:
Söz konusu yozlaşma, dünya burjuva kültürünün yarattığı ticari müziğin yozlaşma süreci (popüler müzik) ile de önemli koşutluklar içermektedir ve bu açıdan da ele alınmalı ve incelenmelidir.
Burjuva devrimleriyle aristokrasiyi alaşağı ederek kendi düzenini oluşturmuş olan yapı, çöküş sürecini yavaşlatmak için, yine kendi oluşturduğu "birey" dünyasının zayıflıklarını kullanarak yeni ve yapay bir "kul düzeni" oluşturmuştur. Bunu olabildiğince uzun yaşatmak için de elinden geleni yapmaktadır.
Kültürel ya da siyasal, her alanda geliştireceğimiz politikaların, yozlaştırmaya karşı savaşım politikaları olması gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder