27 Ocak 2012 Cuma

Ulusçuluk Üzerine

(Yunanistan'da yaşamak zorunda bırakılmış Anadolu Mübadilleri - Video)
  • (Yakın bir dostuma yazdığım mesajdan alıntıdır)

    Kültür Tarihi ve Sosyoloji bilimi birlikte diyorlar ki: Feodal kültürlerde varlığın dinine bağlıdır!.. Varlık savaşın da dininin varlığı içindir. Onun için fetihler yaparsın, kılıçla insanların kafasını keserken, gürzlerle insanların beynini dağıtırken “Allah Allah!..” çığlıkları atarsın. Güney Amerika yerlilerini senin için yaptıkları şölenin ortasında haince parçalayabilirsin, seninle hiç ilgisi olmasa da adamların içine kadar girip Belgrad’ı, Budapeşte’yi, İstanbul’u almayı, oralarda yaşayanların en büyük kiliselerini camiye çevirmeyi kendine hak sayarsın!..

    Burjuva kültürlerinde ise varlığın ulusal kültürüne bağlıdır. Ulusal kültürün dini kültürün yerine geçmiştir. Aynı haklılıkları dinin için değil, ulusun için bulursun. Kendi ulusun için istediklerin başka ulusların sana karşı istedikleri ile aynı değildir. Bağımsızlık istersin ama başkalarının bağımsızlığına engel olursun. Sana karşı varlık savaşı verenleri acımasızca biçmeyi hak sayarsın, başkalarına karşı varlık savaşı verenleri sonuna kadar desteklersin!.. Senin ulusunda erimeyenleri çoluk çocuk demez sürersin, öldürürsün, yok etmek için her şeyi yaparsın, senin ulusal varlığına karşı aynı şeyler yapıldığında soykırımla suçlarsın... Senin ulus-devletinde yüzyıllar boyu yaşayıp gelmiş olan ama başka ulustan olanlara, ya dönüşmeleri, ya da oradan defolup gitmeleri için her türlü baskıyı yaparsın: 1937’de Dersim’de, 1942’de varlık vergisi ile, 1955’te 6-7 Eylül olayları ile, 1964’te uyruğuna göre sınır dışı ederek yapılan budur!..

    Her kültürün kendine göre kutsalları vardır. Feodal kültürün “Mülk”ü, Burjuva kültüründe yerini “vatan”a bırakır. Feodal kültürünün “peygamber”i, Burjuva kültüründe artık “ulusal önder”dir. Feodal kültürde kulları yönetmek üzere tanrı ya da vekilleri tarafından görevlendirilen yöneticiler, Burjuva toplumlarında artık ulusun seçilmiş vekilleri ve onların görevlendirdiği kişilerdir.

    Geçen yıl Yunanistan’a gittim. İlk kez babamın doğduğu köyü gördüm. O topraklarda buradan gitmiş olan insanları ve onların çocuklarını gördüm. Lütfen şu videomu izleyiniz: http://vimeo.com/24167326... Babamın öz teyzesinin buraya gelirken ayrıldığı kocasını -şanslıymış ki- tam onsekiz yıl sonra da olsa bulabildiğini anımsadım; kim bilir kaçının hiç bulamadan ölüp gittiğini düşündüm!.. Videoda göreceğin 100 yaşındaki Aleksandra Papadopoulu’nun videoya yazık ki giremeyen ve bizi uğurlarken “güle güle Türkiye’li çocuklarım” diye bizi uğurladığını ve benim gözlerimden şarıl şarıl yaşlar boşandığını nasıl unuturum!.. Aleksandra Papadopoulu ninenin doğduğu topraklardan gelen insanlara, bize bakan gözlerindeki ışığa bir bak, konuştuklarının arkasında bu bakışlar asıl neler söylüyor bir anlamaya çalış!.. Videonun sonunda da 10 dakika kadar orada rastladığımız bir kına gecesi var. Ona da bir bak bakalım, senden benden nasıl bir başkalıkları var?!.

    Sonra 1990’lı yılların başında kendilerine komünist diyen Bulgar’ların zorla adlarını değiştirip Türkiye’ye sürgün ettikleri Bulgaristan Türklerini düşündüm. Bunlar ne biçim komünistti? Burjuva toplumsal kültüründen, milliyetçilikten onlar da kurtulamamıştı...

    Verdiğimiz “insanlık savaşımı” budur. Bunlar bir daha olmasın, “insan”lar artık acı çekmesin diyedir. Hangi ulustan, hangi dinden olduğuna bakmadan “insan olan”ların bir araya geldiği ve bugünkü bütün ayırımcı uygulamaları yok etmenin savaşımıdır!.. Bütün dini ve ulusal sınırların ortadan kalkacağı bir dünyanın savaşımıdır. “İnsanlık savaşımı”dır!.. Katılmazsan geleceğin de karşısındasın... İster istemez!..

    Bir ulusun üyesi gibi hisseden insan, ezen ya da ezilen ulustan olsun fark etmez, politik referanslarını ulusundan alıyorsa gericidir. İstese de istemese de... Ümmetçilikten nasıl bir farkı var?!.. İşte bunun için de yaptıkları savaşımı kutsal ulusal savaşım olarak gören Apo’cu Kürtlerin uyguladığı politikalar bana göre -Marxist kurama göre de- gerici politikalardır. Ama şu anda Türkiye devletinin onlara karşı uyguladığı politikalar da yine gerici politikalardır. Kemalist Devlet kurulduğunda anti-ümmetçi tavrıyla ilerici olan Kemalist ulusçu politikalar bugün artık başka ulusları ezerken, haklarını ellerinden alırken gerici politikalardır. Karşımda en küçük milliyetçi bir tavır gösteren herkes bana göre bugünün ticanisidir.

    Tek tek insanların güvenilirliği ya da güvenilmezliği sistemi bağlamaz!.. En güvendiğimiz Mustafa Kemal’in bile özel yaşamındaki evliliğinin Fikriye ile olan ilişkisini nasıl etkilediğini, bu açıdan nasıl güvenilmez bir görüntü verdiğini sanırım biliyorsundur. (...)

    Kurumlar konusunda çok haklısın. Ama bunun nedeni insana duyulan güvensizlik değil tabii. İnsana bağlı olmamak!.. Gerekli değeri vermek ama dinsel ya da dinsele yakın, “ulusal önder” bağımlılığı da geliştirmemek.

    Kurumlar sorunu, geleneğin getirdikleri olmamalı. Yeni sorunların yeni çözümleri yeni kurumlar yaratabilmeli. Oluşabilecek yeni toplumların yeni ölçütleri olacak. Statik/duragan hiç bir şey kalmayacak. İnsanevladı, herşeyi akıp götüren zamana uyum sağlamayı öğrenecek. İnsanın bugünkü sorunlarının ana kaynağı milliyetçilik konusundaki direncimiz. Aynen feodallerin (dincilerin) “İstemezük!.. Şeriat İsterük!..” çığlıklarına benziyor... Benzemek bir yana kalıp aynı kalıp!.. Sorun bunu görebilmekte. Kurum!.. Evet ama “birey”e karşı “kurum”... Kokuşmuş kurumları tepip terk etmezsek “Şeriat”, “Saltanat”, “Halifelik” kurumlarını da terk etmememiz gerekecekti. Artık milliyetçilik de bunlardan biri. Kemalizmin yıktığı kurumlara ister istemez eklenecek bir kurum!.. Kemalizm müzesinde onların yanında yer alması gerekiyor. Bunun kan dökülmeden yapılabilmesi gerekiyor. Bilim, bilimsel akıl, akışı ve akışın getirdiği değişikliklere, yeniliklere uyum sağlayabilen akıldır. Mustafa Kemal’in aklı gibi... Şimdi de aynı akla ihtiyaç var. Milliyetçiliğe karşı...

Hiç yorum yok: