19 Eylül 2012 Çarşamba

"Devlet" ve Komünistler üzerine...

 



"Devlet", insanlığa hizmet etmek için değil, feodalizmin (aristokrat sınıfın) insanlığı (kulları) denetim altında tutmak için oluşturduğu ve insanlığa armağan ettiği tanrısal (üst) bir enstrumandır. Bugüne değin, "komünizm denemeleri"nin başarısız olması, karşı-devrimle önünün kesilmesinin en önemli nedenlerinden birisi, komünistlerin, "devlet"i yok edecek süreçleri başlatmak yerine "kamu" olarak kullanma isteği, dolayısıyla baskın feodal bürokrasinin bütün donanımıyla yaşatılma zorunluğu nedeniyle aşılamaması sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle de hiç bir zaman "kamu" yerine geçememiştir ve gelecekte de bugüne değin oluşmuş olan tepkiler nedeniyle geçebilecek gibi görünmemektedir!.. 
Feodalizmin enstrumanı olan "devlet"i yok etmek için gereken donanım, komünizmde yoktur. Bu donanım, feodalizmin zıddı olarak kendi içinden doğmuş olan liberalizmdedir. Bu yüzden "akış"a uygun gereklilik, komünistlerin "devlet"i yok etme politikaları, iktidara gelmek üzere enerji tüketerek, ya da iktidara gelerek değil, içinde yaşadığımız liberalizmi "devlet"i yok etmek üzere sürekli baskı altında tutarak oluşturulmalı ve uygulanmalıdır.
Dolayısıyla komünistler, Dünya'nın bugünkü burjuva sosyal yapısında, 1) onlar süreç içindeki işlevlerini tamamlayıncaya değin, 2) daha da önemlisi, komünistler kendi sosyal yapıları için gerekli kültürel, sosyal ve ekonomik donanımlarını doğru olarak ve iktidar olmaya yetecek denli tamamlayıncaya değin, "iktidar savaşları"nda enerji harcamak yerine, muhalefette olmayı seçmeli, politikalarını bu doğrultuda çizmeli ve uygulamalıdır. Bu tutum, üstelik, yeterli kültürel, sosyal ve ekonomik donanıma sahip olmadan iktidar olduklarında bugüne değin olduğu gibi, ne yapacaklarını şaşırmayı ve bir sürü yanlış yapmayı da önleyecektir. Komünistler, burjuva iktidarları eleştirme, onların kendi içinde zorunlu olarak yaratmak zorunda oldukları zıtları göz önüne çıkarma, sürekli savunucusu olma doğrultusunda politika geliştirmeyi seçmeli ve uygulamalıdır.

II

KAVRAMLAR, KONUMLAR, DURUMLAR...

Liberalizm'in, sınırları bütünüyle kaldırabileceği görüşü gerçekleşebilir görünmüyor. İşgücü (emek) dolaşımını denetim altında tutması gerekiyor. Ancak bu yolla dünyanın çeşitli yerlerinde daha ucuz emek bulabilmekte, oralara doğru kayıyor. Ama sermayenin ve tüketicilerin kolaylıkla dolaşabileceği, ama "emek"in engellerle karşılaşacağı "kevgir / delikli" sınırlar oluşturuyor. Bunu da sözümona "milli devlet"leri destekliyor ve koruyor görünerek yapıyor. Bir taşla birkaç kuş yani: Hem emek "milli" sınırlar dışına çıkamıyor, hem de istediğinde milli devletler arasında sorunlar çıkarıp silah tüketimini artırarak piyasaya para akıtıp, liberalizmin sürekli canlı kalmasını (çökmemesini) sağlıyor.

Hiç bir zaman Kapitalist Globalizm ile Komünist Enternasyonalizm, aynı sınıfın çıkarlarına uygun olmayacaktır. Dolayısıyla Globalizm’in Enternasyonalizm’e dönüşümü söz konusu değildir. “Enternasyonalizm”i yeniden oluşturmak için dünya Komünistleri tarafından mutlaka, bu “kevgir”in (delik deşik edilmiş ulusal sınırlar) bütünüyle ortadan kaldırılmasını sağlayacak dayanışma politikaları geliştirmek ve uygulamak gerekecektir!..

Liberalizmin “güç”ü elinde tutmasının önemli nedenleri vardır:
a) Silah tüketiminin artırılarak piyasalara para akışının sağlanması, dolayısıyla sermaye birikimi artışının sürekliliğinin sağlanması;
b) “Emek”in liberal kurallara uygun olarak serbast piyasa koşullarına göre fiyat oluşturmasının önlenmesi için denetim altında tutulması;
c) Çöküş sürecindeki sosyal yapıların sertleşme eğilimi bunlar arasında sayılmalıdır.

Sosyal Demokrat yapıyı “anlaşmacı-uzlaşmacı”, “daha sakin” ama “muhalif” bir yapı olarak niteleyemeyiz. Sosyal Demokrasi’yi, “küçük sermaye tarafından, kendini kurtarmak için sermayenin büyümesine umutsuzca direnen, sermaye-içi bir yapı” olarak tanımlamak yanlış olmaz. “Sermaye”nin iç-mantığı ve kültürü ile işler. Kendini, “emek”in değil, “küçük sermaye”nin (esnaflık, köylülük vb) yaşamının sürdürülmesi politikalarını yürütmekle görevli sayar. Bu nedenle de geleceğe açık değildir. Geleceğe ilişkin proje üretememesinin temel nedeni de budur!.. Yalnızca kaplumbağa gibi kabuğunun içine çekilerek “korumacı” yani sosyolojik anlamda “tutucu” politikalar yürütmekten başka yapabileceği bir şey de yoktur!..

Yani sosyal-demokrasi, günümüzde, “sermaye”ye muhalif bir yapı değil, “sermaye”nin iç gelişmesine engel olmaya çalışan umutsuz tutucu bir yapıdır. Bu nedenle de onun üretebildiği “muhalefet” sermaye düzeninin işine gelmekte, kendisiyle aynı çöplükte yakaladığı bu fareyle, kedinin oynadığı gibi oynamaktadır!..

Komünist’lerin “yönetici sınıf” diye bir bölümünün varlığı, “kuram”a temelden aykırıdır!. Eski, özellikle de feodal kültürlerden gelen “yönetici sınıf” (hele hele “sınıf”) gereği, komünistler için hemen (“derhal”, “behemahal”) yok edilmesi gereken kültürel yapının en başında gelir. Sovyetler Birliği denemesinin önünün karşı-devrimle kesilmesindeki başarısızlığın (ki bu çok doğal bir süreçti, kazaya uğramadan kansız geçmesini de Gorbaçov’un büyük "teslim olma başarısı(!)"na borçludur - hiç olumsuzlamıyorum!..) en önemli nedenlerinden biri de bu yapının ortadan kaldırıl(a)mamış olmasıdır!..

Komünizm, “yönetilen sınıfın” (ki bu, bizim dönemimizde, “üretime emeğiyle katılanlar”dır), bir dayanışma içinde kendilerini yönetmeleri, dahası yönetilmeye gerekleri kalmamış olması durumudur. Bunu başarabilmek için gereksemelerden doğan pratik çözümlerin bulunmasına gerek duyulur, "dayanışma(/imece) kültürü"nün yeniden oluşması gerekir. Bu da ancak "akış" içinde olanaklı olabilir (68 kuşağından gelen İP geleneğinin hâlâ bir “önder” gerektirmesine karşılık, ÖDP ile başlayan ve yeni TKP ve EMEP’de süren doğru tutumla bir “önder” adı bilmemiz gerekmemektedir). Bu aşamada “gerçek anlamda demokratik, (topluluğun gereksinim ve eğilimlerini doğru olarak sürekli izleyerek  değişebilir, gelişebilir ve gençleşebilir) ekip”lerin yönetimi doğru olacak gibi görünmektedir.

Liberaller dünyanın her yerinde “yönetilen(-halk)”leri istedikleri gibi yönetmek, görünürde onların temsilcisi olarak yönetimde bulundukları izlenimini vermek ve kendilerine destek sağlamak için, yönetilenlerin içinde bulundukları, önceki kültürel dönemlerden sarkan kutsalları (ki bugün için dinsel ya da ulusal karakterlidir) kendileri için paravan olarak kullanmakta ve onlarla aynı sınıfın insanları gibi görünmeye çalışmaktadır. Günümüzde dünyanın bütün “tutucu (muhafazakâr / conservative)” akımların konumu budur (Bu tutum ayrıca liberalizmi “değişimci”, “yenilikçi” yani “ilerici” gibi göstermeye de yarar. Oysa günümüzde, dinci ve milliyetçi-/ulusalcı- paravanların ardına saklanan gerçek tutucu yapı, liberalizmin ta kendisidir.)!..

İşte liberallerin iktidarda kalabilmesinin önemli nedeni budur. Bir başka çok önemli neden, “yönetilen”lerin henûz kendilerini yönetebilmeleri için gereken kültürü yarat(a)mamış, gereksemelerini karşılamak üzere kendi dizge(sistem)lerini oluştur(a)mamış olmalarıdır. Dünya’da liberallerin karşısında henûz “gerçek bir muhalefet dizgesi” yoktur. Üstelik liberaller bunun oluşmasına engel olmak için bilimsel (halkla ilişkiler / propaganda) yolları çok iyi kullanmakta ve dinsel ve ulusal paravanların ardına saklanmayı başarmaktadır.

Halk (yönetilenler) için kullanılan “cahil”, “kalabalık”, “güce tapma” kavramları, bizi çözüme götürecek kavramlar olmaktan çok “duygusal” diyebileceğimiz ve kendimizi arkasına attığımız “sütre”ler, yani “bahane”lerdir. Yönetilenlerin çokluğu bizim gücümüzdür. Yeter ki onların gereksemelerini doğru saptayıp çözüm önerilerimizi doğru yer ve zamanı da gözeterek bulalım!..

Kültür tarihi örneklerine bakarsak yeni ortaya çıkan gereksemelere karşı oluşturulan yeni çözümler her zaman çok az kişi tarafından benimsenmiş, toplumun büyük bölümü önce direnmiştir. Bu direnç ilkin o toplumların iktidarlarında da görülür ve “yeni çözümler” büyük cezalarla karşılanır. Toplumlarda cezaların büyümesi kendine güvensizliğin de büyümekte olması anlamına gelir (yöneticilerin kendilerine tam güveni, karşı çıkışların ceza ile karşılanmaması sonucunu doğurur).

Gereksemeler arttıkça ve direnenler -toprak olup- azaldıkça toplumlar ileri doğru “akar”. Bu aşamada devrimcinin görevi, durumu olabildiğince doğru saptamalarla çözümlemek ve engelleri ortadan kaldıracak politikaları doğru olarak geliştirmek ve uygulamaktır. Devrimcilerin duygusallığa ve tepkiselliğe düşmesi, umutsuzluk yaratır ve tutucuların işine gelir. Günümüzde bir “bilim” olarak nitelenen “halkla ilişkiler(!)”in siyasal görevlerinin önemli bir amacı, yılgınlık, umutsuzluk yaratmak ve tepkiselliğin ortaya çıkmasını sağlamaktır.

Hiç yorum yok: