"Devlet", insanlığa hizmet etmek için değil, feodalizmin (aristokrat sınıfın) insanlığı (kulları) denetim altında tutmak için oluşturduğu ve insanlığa armağan ettiği tanrısal (üst) bir enstrumandır. Bugüne değin, "komünizm denemeleri"nin başarısız olması, karşı-devrimle önünün kesilmesinin en önemli nedenlerinden birisi, komünistlerin, "devlet"i yok edecek süreçleri başlatmak yerine "kamu" olarak kullanma isteği, dolayısıyla baskın feodal bürokrasinin bütün donanımıyla yaşatılma zorunluğu nedeniyle aşılamaması sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle de hiç bir zaman "kamu" yerine geçememiştir ve gelecekte de bugüne değin oluşmuş olan tepkiler nedeniyle geçebilecek gibi görünmemektedir!..
Feodalizmin enstrumanı
olan "devlet"i yok etmek için gereken donanım, komünizmde yoktur. Bu
donanım, feodalizmin zıddı olarak kendi içinden doğmuş olan liberalizmdedir. Bu
yüzden "akış"a uygun gereklilik, komünistlerin "devlet"i
yok etme politikaları, iktidara gelmek üzere enerji tüketerek, ya da iktidara
gelerek değil, içinde yaşadığımız liberalizmi "devlet"i yok etmek
üzere sürekli baskı altında tutarak oluşturulmalı ve uygulanmalıdır.
Dolayısıyla komünistler,
Dünya'nın bugünkü burjuva sosyal yapısında, 1) onlar süreç içindeki işlevlerini
tamamlayıncaya değin, 2) daha da önemlisi, komünistler kendi sosyal yapıları
için gerekli kültürel, sosyal ve ekonomik donanımlarını doğru olarak ve iktidar
olmaya yetecek denli tamamlayıncaya değin, "iktidar savaşları"nda
enerji harcamak yerine, muhalefette olmayı seçmeli, politikalarını bu
doğrultuda çizmeli ve uygulamalıdır. Bu tutum, üstelik, yeterli kültürel, sosyal ve ekonomik donanıma sahip olmadan iktidar olduklarında bugüne
değin olduğu gibi, ne yapacaklarını şaşırmayı ve bir sürü yanlış yapmayı da
önleyecektir. Komünistler, burjuva iktidarları eleştirme, onların kendi
içinde zorunlu olarak yaratmak zorunda oldukları zıtları göz önüne çıkarma, sürekli
savunucusu olma doğrultusunda politika geliştirmeyi seçmeli ve uygulamalıdır.
II
KAVRAMLAR, KONUMLAR, DURUMLAR...
Kültür tarihi
örneklerine bakarsak yeni ortaya çıkan gereksemelere karşı oluşturulan yeni çözümler
her zaman çok az kişi tarafından benimsenmiş, toplumun büyük bölümü önce direnmiştir.
Bu direnç ilkin o toplumların iktidarlarında da görülür ve “yeni çözümler” büyük
cezalarla karşılanır. Toplumlarda cezaların büyümesi kendine güvensizliğin de büyümekte
olması anlamına gelir (yöneticilerin kendilerine tam güveni, karşı
çıkışların ceza ile karşılanmaması sonucunu doğurur).
Gereksemeler arttıkça ve direnenler -toprak olup- azaldıkça toplumlar ileri doğru “akar”. Bu aşamada devrimcinin görevi, durumu olabildiğince doğru saptamalarla çözümlemek ve engelleri ortadan kaldıracak politikaları doğru olarak geliştirmek ve uygulamaktır. Devrimcilerin duygusallığa ve tepkiselliğe düşmesi, umutsuzluk yaratır ve tutucuların işine gelir. Günümüzde bir “bilim” olarak nitelenen “halkla ilişkiler(!)”in siyasal görevlerinin önemli bir amacı, yılgınlık, umutsuzluk yaratmak ve tepkiselliğin ortaya çıkmasını sağlamaktır.
II
KAVRAMLAR, KONUMLAR, DURUMLAR...
Liberalizm'in,
sınırları bütünüyle kaldırabileceği görüşü gerçekleşebilir görünmüyor. İşgücü (emek) dolaşımını
denetim altında tutması gerekiyor. Ancak bu yolla dünyanın çeşitli yerlerinde daha ucuz emek bulabilmekte, oralara doğru kayıyor. Ama sermayenin ve tüketicilerin kolaylıkla dolaşabileceği, ama "emek"in
engellerle karşılaşacağı "kevgir / delikli" sınırlar oluşturuyor.
Bunu da sözümona "milli devlet"leri destekliyor ve koruyor görünerek
yapıyor. Bir taşla birkaç kuş yani: Hem emek "milli" sınırlar dışına
çıkamıyor, hem de istediğinde milli devletler arasında sorunlar çıkarıp silah
tüketimini artırarak piyasaya para akıtıp, liberalizmin sürekli canlı kalmasını
(çökmemesini) sağlıyor.
Hiç bir zaman Kapitalist Globalizm
ile Komünist Enternasyonalizm, aynı sınıfın çıkarlarına uygun olmayacaktır. Dolayısıyla
Globalizm’in Enternasyonalizm’e dönüşümü söz konusu değildir. “Enternasyonalizm”i
yeniden oluşturmak için dünya Komünistleri tarafından mutlaka, bu “kevgir”in (delik deşik edilmiş ulusal sınırlar) bütünüyle ortadan
kaldırılmasını sağlayacak dayanışma politikaları geliştirmek ve uygulamak
gerekecektir!..
Liberalizmin “güç”ü elinde tutmasının önemli nedenleri vardır:
a) Silah
tüketiminin artırılarak piyasalara para akışının sağlanması, dolayısıyla
sermaye birikimi artışının sürekliliğinin sağlanması;
b) “Emek”in
liberal kurallara uygun olarak serbast piyasa koşullarına göre fiyat
oluşturmasının önlenmesi için denetim altında tutulması;
c)
Çöküş sürecindeki sosyal yapıların sertleşme eğilimi bunlar arasında sayılmalıdır.
Sosyal Demokrat
yapıyı “anlaşmacı-uzlaşmacı”, “daha sakin” ama “muhalif” bir yapı olarak
niteleyemeyiz. Sosyal Demokrasi’yi, “küçük sermaye tarafından, kendini
kurtarmak için sermayenin büyümesine umutsuzca direnen, sermaye-içi bir yapı”
olarak tanımlamak yanlış olmaz. “Sermaye”nin iç-mantığı ve kültürü ile işler. Kendini,
“emek”in değil, “küçük sermaye”nin (esnaflık, köylülük vb) yaşamının
sürdürülmesi politikalarını yürütmekle görevli sayar. Bu nedenle de geleceğe
açık değildir. Geleceğe ilişkin proje üretememesinin temel nedeni de budur!..
Yalnızca kaplumbağa gibi kabuğunun içine çekilerek “korumacı” yani sosyolojik
anlamda “tutucu” politikalar yürütmekten başka yapabileceği bir şey de yoktur!..
Yani sosyal-demokrasi, günümüzde, “sermaye”ye muhalif bir
yapı değil, “sermaye”nin iç gelişmesine engel olmaya çalışan umutsuz tutucu bir
yapıdır. Bu nedenle de onun üretebildiği “muhalefet” sermaye düzeninin işine
gelmekte, kendisiyle aynı çöplükte yakaladığı bu fareyle, kedinin oynadığı gibi
oynamaktadır!..
Komünist’lerin “yönetici sınıf” diye bir bölümünün
varlığı, “kuram”a temelden aykırıdır!. Eski, özellikle de feodal kültürlerden
gelen “yönetici sınıf” (hele hele “sınıf”) gereği, komünistler için hemen (“derhal”,
“behemahal”) yok edilmesi gereken kültürel yapının en başında gelir. Sovyetler
Birliği denemesinin önünün karşı-devrimle kesilmesindeki başarısızlığın (ki bu çok
doğal bir süreçti, kazaya uğramadan kansız geçmesini de Gorbaçov’un büyük "teslim
olma başarısı(!)"na borçludur - hiç olumsuzlamıyorum!..) en önemli nedenlerinden biri de bu yapının ortadan
kaldırıl(a)mamış olmasıdır!..
Komünizm, “yönetilen sınıfın” (ki bu, bizim dönemimizde, “üretime
emeğiyle katılanlar”dır), bir dayanışma içinde kendilerini yönetmeleri, dahası
yönetilmeye gerekleri kalmamış olması durumudur. Bunu başarabilmek için gereksemelerden
doğan pratik çözümlerin bulunmasına gerek duyulur, "dayanışma(/imece) kültürü"nün
yeniden oluşması gerekir. Bu da ancak "akış" içinde olanaklı olabilir (68 kuşağından
gelen İP geleneğinin hâlâ bir “önder” gerektirmesine karşılık, ÖDP ile başlayan
ve yeni TKP ve EMEP’de süren doğru tutumla bir “önder” adı bilmemiz gerekmemektedir).
Bu aşamada “gerçek anlamda demokratik, (topluluğun gereksinim ve eğilimlerini
doğru olarak sürekli izleyerek değişebilir, gelişebilir ve gençleşebilir) ekip”lerin yönetimi doğru olacak gibi
görünmektedir.
Liberaller
dünyanın her yerinde “yönetilen(-halk)”leri istedikleri gibi yönetmek,
görünürde onların temsilcisi olarak yönetimde bulundukları izlenimini vermek ve
kendilerine destek sağlamak için, yönetilenlerin içinde bulundukları, önceki
kültürel dönemlerden sarkan kutsalları (ki bugün için dinsel ya da ulusal
karakterlidir) kendileri için paravan olarak kullanmakta ve onlarla aynı
sınıfın insanları gibi görünmeye çalışmaktadır. Günümüzde dünyanın bütün “tutucu
(muhafazakâr / conservative)” akımların konumu budur (Bu tutum ayrıca
liberalizmi “değişimci”, “yenilikçi” yani “ilerici” gibi göstermeye de yarar.
Oysa günümüzde, dinci ve milliyetçi-/ulusalcı- paravanların ardına saklanan
gerçek tutucu yapı, liberalizmin ta kendisidir.)!..
İşte liberallerin iktidarda
kalabilmesinin önemli nedeni budur. Bir başka çok önemli neden, “yönetilen”lerin
henûz kendilerini yönetebilmeleri için gereken kültürü yarat(a)mamış,
gereksemelerini karşılamak üzere kendi dizge(sistem)lerini oluştur(a)mamış olmalarıdır.
Dünya’da liberallerin karşısında henûz “gerçek bir muhalefet dizgesi” yoktur. Üstelik
liberaller bunun oluşmasına engel olmak için bilimsel (halkla ilişkiler / propaganda)
yolları çok iyi kullanmakta ve dinsel ve ulusal paravanların ardına saklanmayı
başarmaktadır.
Halk (yönetilenler) için kullanılan “cahil”, “kalabalık”, “güce tapma” kavramları, bizi çözüme götürecek kavramlar olmaktan
çok “duygusal” diyebileceğimiz ve kendimizi arkasına attığımız “sütre”ler, yani
“bahane”lerdir. Yönetilenlerin çokluğu bizim gücümüzdür. Yeter ki onların
gereksemelerini doğru saptayıp çözüm önerilerimizi doğru yer ve zamanı da gözeterek
bulalım!..
Gereksemeler arttıkça ve direnenler -toprak olup- azaldıkça toplumlar ileri doğru “akar”. Bu aşamada devrimcinin görevi, durumu olabildiğince doğru saptamalarla çözümlemek ve engelleri ortadan kaldıracak politikaları doğru olarak geliştirmek ve uygulamaktır. Devrimcilerin duygusallığa ve tepkiselliğe düşmesi, umutsuzluk yaratır ve tutucuların işine gelir. Günümüzde bir “bilim” olarak nitelenen “halkla ilişkiler(!)”in siyasal görevlerinin önemli bir amacı, yılgınlık, umutsuzluk yaratmak ve tepkiselliğin ortaya çıkmasını sağlamaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder